MAHALLEMİZ
Dünümüz, Bugünümüz.
Öncelikle ‘Tarsus İnternet Gazetecileri Derneği’ Tarsus ve Bölge Halkına hayırlı, uğurlu olsun.
Gazetemizin yayın hayatına başladığı bu gün ilk yazımda Tarsus’u anlatarak başlamanın doğru olacağına karar verdim. 15.000 yıllık tarihi geçmişe sahip bir şehir Tarsus. Binlerce yıl dini inançların, yeniliklerin ilk olmanın merkezi olarak tarihte yerini almıştır. Romalılar döneminde de önemli bir ticaret yolu olan Tarsus tüm görkemiyle bu güne kadar yaşamaya devam etmiştir.
Tarihinin bu kadar geçmişe dayanması, insan yaşamına, kültürüne, değerlerine ve lezzetine de farklı şekilde yansımıştır.
Tarsus’un Mithatpaşa mahallesinde dünyaya geldim. Şimdilerde Anıt Mahallesi olarak isimlendirilmiştir.
Annem, Babam, aile büyüklerim Tarsus’ta doğmuş ve bu bölgede yaşamışlardır. Çocukluğum bahçeli evlerden oluşan bu mahallede geçti. Yardımlaşma kültürü, komşuluk ilişkileri, samimiyet, dostluk, arkadaşlık, geleneklerimiz, insani değerler bu mahallede öğrendiklerimiz arasında yer almıştır. Zaman zaman bu değerleri, bir çok yaşanmış hikayeleri sizlerle paylaşacağım. Çünkü, hatırlanmaya değer o kadar çok hikaye var ki. Belki de hepimizin hafızalarını yoklaması, zihnimizin derinliklerinde unutulmaya yüz tutmuş özlediğimiz anılarımızı hatırlamamız gerekiyor. Belki de bizleri kendimize getirecek bu anılar, yaşanmışlıklar ve tarihte elde ettiğimiz başarılar olacaktır.
Tarsus’ta iki odalı, arka tarafında büyük bir bahçesi olan evde dünyaya geldim. Dört kardeştik, aynı avluda dayımın çocukları ile beraber yedi çocuk hep birlikte yaşadık. Komşularımızın çocuklarını da sayarsam aynı mahallede yirmi kadar çocuk hep birlikte büyüdük. Mahallemizde okula gitmediğimiz zamanlar tüm çocuklar olarak el birliği ile bir çok işe destek verirdik. Evlerimizin önünü süpürmek, bahçemizi ve çiçeklerimizi sulamak, mevsim dönüşlerinde bahçelerimize yağ tenekelerinden yaptığımız saksılara çiçek ekmek zevkle yaptığımız uğraşılardı. Özellikle renkli sardunyaları, reyhanları, aşısız karanfilleri, çıtlığı hatırlarım. Tüm çiçekler rengarenk açınca bahçelerimizde ikindi vakti içilen çaylarında ayrı keyfi olurdu.
Acıkınca, her gün birimizin annesi öğle yemeği yapar hep birlikte onu yerdik. Yemek deyince, öyle dört başı mamur yemekler aklınıza gelmesin. Çoğunlukla ekmek arası yiyecekler olurdu. En çok sevdiğim, ekmek arası patates kızartmasıydı. Biraz da domates kavurup üzerine dökünce, ooof oof, deymeyin keyfimize. Ekmek arası patatesi en güzel Sultan Teyze yapardı.
Sultan Teyze evlerindeki bahçesinin bir kenarında yemek pişirmek için yapılan ocakta odunu yakar, üzerine yağ dolu tavayı koyar ve patatesleri kızartırdı. Şöyle ince ince, yuvarlak yuvarlak doğranmış patateslerdi. Öyle bir koku yayılırdı ki, tamam derdik, patatesler hazırlanıyor. O patatesleri fırından aldığımız tazecik somun ekmeklerin arasına koyup yemek, çocukluğumun en güzel lezzetiydi. Çok eminim, tüm çocuklar o kızarmış patatesli yarım ekmeği keyifle yemişlerdir.
Ekmeğimizi yer yemez, tüm çocuklar yegane oyun alanımız olan tarlaya gider, çeşitli oyunlar oynardık. Yakar top, kale yıkmaç, istop, lastik. Oyunlardan en çok oynadığımız yakar toptu. Tüm çocukların harçlıklarından biriktirip aldığı plastik top ile oynardık. İki takım olurduk. Aslına bakarsanız kızlar takımı ve erkekler takımı olarak ayrılırdık genelde. Top her iki takım arasında gidip gelirken, arada top ile vurulmaya çalışılan bizler, vurulmamak için bir oraya koşar, bir buraya koşardık. Sonunda herkes vurulana kadar oyun devam eder ve takımlara puan verirdik. Öğlen yediğimiz, ekmek arası patates kızartmalı yemeğimiz, ikindi vakti annelerimiz ile hep beraber olacağımız çay saatine kadar bizleri idare ederdi. Hangi komşumuzun bahçesinde oturulacağı o saatte karar verilirdi. Çay demlenir ve çayın yanında mutlaka börek veya sıkma olurdu.
Bizlerde tüm çocuklar olarak o saatte içilen çaya ve böreklere kesin yetiştirdik. Yetişmememiz mümkün değildi. Çünkü o güzel börekler bizleri bekliyordu. Yere serilen el dokuması savanlar ve minderler üzerinde otururduk. Küçük iskemleleri unutmamak gerekir. Annelerimizin hiç bitmeyen samimi konuşmalarını, hep birlikte attığımız kahkahaları, neşeli sohbetleri çok özlüyorum. O güzel patates kızartmalarını yapan Sultan Teyzemin kaynanasından yediği dayağın acısı hepimizin acısıydı. Tüm çocuklar Sultan Teyzemize sarılmış, onu çok sevdiğimizi defalarca kendisine söylemiştik. Hatta bizler, bu olay üzerine, dayağı atan Fethiye Teyze ile uzun süre konuşmadık. Zaman içerisinde bizler büyüdük, Fethiye Teyzeyi, Sultan Teyzeyi ebediyete çoktan uğurladık…
Çocukluğumuzun geçtiği mahallede kentsel dönüşümden dolayı o evlerin yerine apartmanlar yapıldı. Son yıllarda çevremdeki insanlarda gözlerinin içinin de güldüğü, neşe içerisinde katıla katıla atılan o kahkahalara hiç şahit olmadım. İnsan ilişkilerinin sıcacık bir merhabadan, canı yürekten sorulan nasılsın dan ve “senin için ne yapabilirim” yürekliliğinden geçtiğini bizlere çoktan unutturdular. Çocukların birbiri ile oynarken hangi sitede oturduğu veya hangi özel okulda okuduğu kriterlerini analarımız asla düşünmemişti. Çünkü hepimiz çocuktuk, kardeştik, aileydik. Tüm insanları yalnızlaştıran, birbirine yabancı yapan, tüketmeye, yok etmeye, acımasız bir rekabete sokan sistem kapitalizmdir…
Bir yıldan fazla süredir ülkemizde ve dünyada yaşadığımız covid 19 pandemisi kapitalizmin insanoğluna vurduğu ağır bir sorundur. Çocukların birbiriyle oynayamadığı, yüz yüze temasımızın olmadığı, görüşemediğimiz, birbirimize sarılamadığımız, kaygı verici sıkıntılı bir süreci yaşıyoruz. Ekonomik açıdan yaşadıklarımızı da ilave edersek, tablo çok daha derinleşiyor. Zaman zaman aklımdan geçirmeden edemiyorum;
“Eski mahallerimize geri mi dönsek, yoksa kapitalizme kafa mı tutsak…”.
Gülbin DAL