Enflasyonun Ateşi Piyasaları Yakmaya Devam Ediyor
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her ay rutin olarak yaptığı gibi, 2022/Mart ayının resmi enflasyon verilerini de 04 Nisan 2022 Pazartesi günü açıkladı. Tabii, kamuoyundaki güvenilirliği konusunda uzunca bir süreden beri epeyce tereddütler bulunan TÜİK’in açıkladığı bu istatistiki veriler de daha öncekiler gibi çok çeşitli yönleriyle ve yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Bilindiği gibi Türkiye’de; TÜİK, Türk-İş, İTO ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) gibi kuruluşlar öteden beri sürekli ve düzenli olarak enflasyon hesaplaması yapan uzman kuruluşlardır. Ancak, her nedense bunların açıkladığı enflasyon verilerinin hiç birisi birbirini tutmamaktadır. Ve son zamanlarda bu kuruluşlar tarafından kamuoyuna açıklanan enflasyon rakamları arasındaki makas iyice açılmıştır. Türkiye’de enflasyon hesaplaması yapan kuruluşlar arasında en düşük enflasyon oranlarını açıklayan kuruluş ise, verileri resmi olarak bağlayıcılığı bulunan TÜİK olmaktadır. Bu özellik yıllardan beri hemen hemen hiç değişmemektedir. Aynı tablo, bu ay da yine aynı şekilde kendi kendisini tekrar etmiştir.
TÜİK, 2022/Mart ayı enflasyonunu %5,46 ve yıllık enflasyon oranını ise %61,14 olarak açıklamıştır. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise, aynı dönemde Tüketici Fiyat Endeksini Mart ayında yüzde 11.93 ve enflasyondaki 12 aylık artış oranını ise yüzde 142.63 olarak belirlemiştir. Bu rakamlardan; baskılandığı konusu üzerinde çok yaygın bir şayia bulunan TÜİK’in enflasyon rakamları esas alınsa bile; matematiksel olarak Türkiye’de gerçekleşen enflasyonun, Venezuela ve Surinam gibi bazı Latin Amerika ve Zimbabwe ve Sudan gibi bazı az gelişmiş Afrika ülkeleri dışında dünyanın 7. sıradaki en yüksek enflasyonu olarak gerçekleştiği hususu açıkça ortaya çıkmıştır. Böyle bir gelişme karşısında doğal olarak, başta Maliye Bakanı Nureddin Nebati ve Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu olmak üzere siyasal iktidarın kimi yetkili ve görevlileri, “Dünyada da enflasyonun yükseldiği ve enflasyonun yılsonuna doğru düşeceği” şeklinde bazı açıklamalarda bulunmuşlardır. Ülkemizdeki, artık kronik hale gelmiş olan enflasyonun düşeceği ya da kontrol altına alınacağı yönünde umut vadeden bir söylemden öteye gidemeyen bu çeşit açıklamalar ne yazık ki, ülkemizdeki yüksek enflasyon gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Esasen bazı siyasetçiler ve ekonomistler arasında bir uzmanlık konusu olarak tartışılan yüksek enflasyon; bu tartışmalardan tamamen uzak olan kendi halinde, işinde gücünde ortalama sade yurttaşlarımızın, sabit gelirli işçi, memur ve emeklilerin, düşük ve dar gelirli yoksul halk kesimlerinin günlük yaşamına; temel ihtiyaç mallarına her gün yapılan yüksek oranlı zamlar, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve yoksulluk olarak yansımaktadır. Türkiye’de çok uzun bir zamandan beri yüksek seyreden enflasyon, deyim yerindeyse adeta bir canavara dönüşmüş ve piyasaların ateşini yükseltmiştir. Bu konu öyle bir hale gelmiştir ki, çok anlamlı bir atasözümüzde ifade edildiği gibi adeta enflasyonun ateşi düştüğü yeri yakmaktadır.
Açıklanan enflasyonun misli görülmemiş derecede yükselen ateşi, çarşı, pazar yeri ve market gibi zorunlu tüketim malları piyasalarını ve faktör piyasalarını adeta cayır cayır yakmaktadır. Bir mutfak tüpünün fiyatı 125.-TL.’ye, bir kilo domatesin fiyatı 15.-TL.’ye, bir demet maydonozun fiyatı 6.-TL.’ye ve bir kilogram etin fiyatı ise 120.-TL.’ye yükselmiştir. Yine aynı şekilde bir ekmek fiyatı 2,5.-TL.’ye ve yoksul halkın en temel yiyeceği olan patates fiyatları bile 6-7.-TL.’ye ulaşmıştır. Tabii bu fiyat listesini uzatmak da mümkündür. İşin daha da acı yanı, bu fiyatlar durduğu yerde durmamaktadır. Ve uygulanan ekonomik sistemin dengelerinin bozulmuş olması, savaş ve salgın hastalık etkisi gibi nedenlerle sürekli bir yükselme eğilimi göstermektedir. Tabii böyle bir duruma nedensiz olarak ve kendiliğinden gelinmemiştir. Yaşadığımız şu ekonomik küreselleşme nedeniyle, ister uluslararası ve isterse de ulusal ekonomi yönetimleri tarafından alınan en küçük boyutlu ekonomik kararlar ve meydana gelen en önemsiz ekonomik olaylar bile günlük yaşantımızı ve geçimimizi en küçük ayrıntısına kadar etkilemektedir. Şöyle bir eskileri düşünecek olursak; ülkemizde ekonomik sorunlar, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı, tarihimizin her döneminde var olmuştur. Ancak son zamanlarda yaşadığımız ekonomik sorunlar ve zorluklar, tarihimizin geçmiş dönemlerinde yaşadıklarımızla karşılaştırılamayacak kadar farklı ve daha ağır sorun ve zorluklar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşanan bu ekonomik sorun ve zorlukların bir kısmı, günümüz dünyasında artık küresel hale gelmiş olan yeni dünya ekonomik düzeninden yani, neo-liberal kapitalist ekonomik sistemin doğasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir kısım ekonomik sorun ve zorluklar ise, ülkemizde uygulanan kapitalist ekonomik sistemin ve serbest piyasa ekonomisinin karakteristik bir özelliği olarak ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi kapitalist ekonomik sistemin uyguladığı ülkelerdeki ekonomik göstergeler, sürekli yükselen bir eğri çizmezler. Bu göstergeler, inişli çıkışlıdırlar. Yani bir süreliğine bolluk ve refah üreten sistem bir süre sonra dip yaparak derin bir ekonomik krize dönüşebilir. Şimdi içinde bulunduğumuz durumda bütün dünyada neo-liberal vahşi kapitalizmin derin bir ekonomik kriz ve bunalım döneminden geçilmektedir.
Ancak bütün bunların yanında, Türkiye Ekonomisinde karşılaştığımız ekonomik sorun ve zorlukların asıl ve en önemli nedeni, ekonominin kurumsal yapısında son yıllarda ortaya çıktığına tanık olmaya başladığımız kötü yönetimdir. Zaten kıt olan ekonomik kaynaklar, plansız ve programsız bir şekilde savrulmakta ve etkisiz ve verimsiz işlerde israf edilmektedir. Kentsel toprak rantlarının paylaşımına dayalı İnşaat sektörü, ekonominin başat sektörü olarak kurgulanmıştır. Bu nedenle, inşaat sektörünün durması ya da yavaşlaması ekonominin bütünü üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Üretim ekonomisinden vazgeçilmiş, sıcak paraya ve tüketime dayalı bir ithalat ekonomisi oluşturulmuştur. Öyle ki, geçmişte tarım ürünlerinde dünyada kendi kendisine yeten 7 ülkeden birisi ve çok önemli bir tarım ülkesi olan Türkiye’de yetiştirilme olanağı bulunan pek çok ürün, artık yurt dışından ithal edilir hale gelmiştir. Bu durum, ülkenin dövize olan bağımlılığını arttırmıştır. Türk parası değer kaybedip dolar ve Euro gibi paralar değer kazandıkça, yurt içinde iğneden ipliğe kadar her şeye zam gelmektedir. Bu durumun süreklilik arz etmesi nedeniyle, ülkede kronik hale gelmiş olan yüksek oranlı enflasyon yaşanmaktadır.
Kısaca ve anlaşılır bir dille ifade edecek olursak; fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi ve paranın değer yitirmesi olarak tanımlayabileceğimiz enflasyon, orta, dar ve sabit gelirli çok geniş halk kesimlerinin aleyhine, olumsuz sonuçlar doğurmakta ve ülkede bir tekelleşme sürecinin yaşanmasına neden olmaktadır. Enflasyon nedeniyle, zengin daha zengin ve yoksul ise daha yoksul hale gelmektedir. Bir ülkede uzun sürmüş bir yüksek enflasyon, o ülkede savaş etkisi yapar. Böyle ülkelerde ahlak çöker ve suç oranları artar. Güçlünün zayıfı ezdiği ve sömürdüğü bir kuralsızlık ortamı oluşur. Tabii burada, ekonominin genel yapısına ve işeyişine ilişkin pek çok eleştiriler yapılabilir. Görüş, öneri ve modeller ortaya konulabilir. Ancak, halk açısından asıl sorun, fiyatlar genel düzeyinin, yani enflasyonun artması sorunudur. Halkın yoksullaşması sonucunu doğuran, en acımasız, haksız ve adaletsiz, dolaylı bir vergi olan enflasyon; Türkiye ekonomisinin çok eski ve kronik bir hastalığıdır. Kavramsal olarak kısaca belirtmemiz gerekirse enflasyon; Latince kökenli bir sözcük olup, Türkçe’de “şişme” anlamına gelmektedir. Bir başka tanımla enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin normalin üzerinde devamlı olarak artması ve dolayısıyla ülke parasının iç değerinin düşmesidir. Nitekim, aynen tanımlarda belirtildiği gibi olmuş ve yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle paramız pula dönmüştür. Yaşanan bu olumsuz süreç nedeniyle, Türk Lirası dünyanın en değersiz paralarından birisi haline gelmiştir. Türkiye’de memur ve emekli aylıklarına 6 ayda bir yapılan zamların hesaplanması açısından TÜİK tarafından açıklanan resmi enflasyon oranlarının ise özel bir anlamı ve önemi vardır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyonla mücadele etmek ve enflasyon oranlarını istenen makul düzeylere indirmek her zaman olanaklıdır. Bunlar, saygın ve ciddi ekonomistlerce bilinmeyen yöntemler değildir.
Enflasyonla mücadelede faiz gibi para politikası araçları ve vergi düzenlemeleri ve bütçe dengeleri gibi maliye politikası araçları kullanılabilir. Ancak bu araçlarla, sadece geçici iyileştirmeler sağlanabilir. Enflasyonla mücadelede asıl ve en temel faktör, her alanda üretim artışları sağlamaktır. Üretim artışları sağlanmadan alınacak önlemlerin hiç birisi, enflasyonla mücadelede başarılı sonuçlar veremez. Enflasyon tamamen yok edilip sıfıra indirilemez ama, kontrol edilebilecek düzeylere indirilebilir. Hatta, bilinçli ve kontrollü bir şekilde enflasyonist kalkınma politikaları uygulanarak enflasyon yararlı hale bile getirilebilir. Ancak bunun için öncelikle inşaata dayalı rant; ithalata ve sıcak paraya dayalı tüketim ekonomisinden vazgeçilmeli ve ürettim ekonomisine geçilmelidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1930’larda uygulanan planlı toplumsal kalkınmayı esas alan karma ekonomik model ve 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planlarını esas alan ve ülkemizde uygulandığı dönemlerde %5 enflasyonla, %7 kalkınmayı gerçekleştirmiş olan planlı kalkınma modelleri, tarihsel ve yaşanmış somut örnekler olarak kamuoyunun ve ekonomi yöneticilerinin önünde durmakta ve hayata geçirileceği günü beklemektedir.
Celal TEZEL
Emekli Üniversite Uzman Öğretim Üyesi