Gizlenen her şey açığa çıkar
Yürekli olan asla saklamaz.
KEPÇE BAŞA BELA
Her anne evladını sınırsızca sever, bu sevgi belki de dünyadaki tek menfaatsiz ve sade sevgi… Evladını gelebilecek tüm kötülüklerden korumak ister. Anne karnında başlayan mucize sonrası doğan yavrusunu anneler sütüyle besler, büyütür, kollar. Her anne maddi manevi hep çocuğunun yanında olur, yanlışlarını daha çabuk affeder, korkularına perde çeker, yalnızlığına ortak olur…
İşte Rabia da yıllarca evlat hasretiyle yanıp tutuşur. Eşiyle mutlu, huzurlu bir yuvası vardı, tek eksiği bir evlat… Bu büyük boşluğu doldurabilmek için yüreğiyle her gün dualara sarılırdı. ‘‘Rabbim gönülden edilen duaları kabul eder.’’ diyerek sabrederdi.
Rabia evliliğinin onuncu yılında büyük bir özlemle beklediği oğluna kavuşur, ona babasının ismini verir. Çünkü babasına doymayan Rabia’nın hayatındaki en önemli erkek önce babası olmuştur. Babasına hayrandı, özlem doluydu. Babasını kaybettikten yıllar sonra kendine zor gelebildi. Ömrünün en acı yıllarıydı, baba yokluğuna alışmak…
Artık, Rabia doğurduğu evladını sevdiği babasının ismini verdikten sonra onu en iyi şekilde büyütmeye, yetiştirmeye çalışıyordu.
Evladıyla gururlanmak, onurlanmak, onu topluma faydalı kılmak, onun vatanını, bayrağını seven, çalışkan bir evlat olması için her gün dualar ederdi. Hangi anne istemez ki evladına en güzelini, en iyisini…
Yıllar çabuk geçti ve Hüseyin büyüdü. En büyük hayali olan İstanbul’da üniversite okumaya gitti. Rabia anne gururlu, mutlu…
Anne yüreği ‘‘Oğlum rahat etsin.’’ der kendini zorlar küçük bir ev kiralar. Derslerinde başarılı olsun ister. Kimseler Hüseyin’e maddi manevi zarar versin istemez. Her anne gibi yemez yedirir, giymez giydirir, oğluna özlemi günden güne artar…
‘‘Evlat kokusu, cennet kokusudur.’’der peygamberimiz. Artan özleme dayanamaz ve İstanbul biletini eşine aldırır, hazırlıklarına hemen başlar, Hüseyin’in sevdiği pastalardan, dolmalardan yapar yola çıkar.
Yollar uzar, İstanbul sanki Avrupa’ya doğru kaçar, heyecan artar ama sabırla, özlemle varılır güzel, gizemli İstanbul’a.
Otogardan taksiye biner, adresi şoför beye uzatır.
Rabia anne kendince Hüseyin’e sürpriz yapmak ister, haber vermeden adrese gelir, evi bulur, kapı ziline basar ve oğluna hasretle, sarılmaya hazır anne kapının açılışını heyecanla bekler.
Kapı açılır fakat açan güzel bir genç kız… Rabia anne ‘‘Hüseyin yok mu?’’ der şaşkın şaşkın bakar kıza…
Genç bayan: ‘‘Hüseyin, canım bakar mısın?’’ deyince Hüseyin kapıya koşarak gelir ama donakalır. ‘‘Anneee nereden çıktın?’’ Ortam biraz gerilse de anne: ‘‘Yavrum seni çok özledim, dayanamadım, baban da biletimi aldı. Git, oğlunla hasret giderirsin.’’ dedi.
‘‘Ben de koşarak sana geldim işte.’’ Hüseyin: ‘‘Buyur gel içeri anne.’’ der. Annenin elindeki çantaları alır. Anne, şaşkınlığını belli etmemeye çalışır ama nafile…
Sohbet başlar, çantadan gelen lezzetler çıkarılır, sofra kurulur, Hüseyin özlediği tatlara kavuşur, keyifle yer. Evin genç bayanı da kısmetine sevinir, keyfini çıkarır.
Rabia anne nihayet oğluyla baş başa kalır ve içini kemiren soruya cevap bekler.
‘‘Oğlum bu tatlı bayan kim, niye seninle aynı evde?’’
Hüseyin: ‘‘Annem sadece ev arkadaşım o kadar, masrafları bölüştüğüm arkadaşım. Aramızda bir şey yok.’’
Söylenenlere inanmayan anne: ‘‘Sadece ev arkadaşı erkek olsa anlarım, ateş barut bir arada olamaz ben böyle bilirim…’’
Hüseyin: ‘‘Yok canım annem sen içini ferah tut, sadece ev arkadaşım o kadar.’’
Anne: ‘‘Tamam öyleyse öyledir oğul, anacağızına yalan söyleyecek değilsin ya…’’
Konuyu kapatır, Hüseyin’e inanmaz, ama canı sıkılır, çare düşünür, için için dertlenir, inatlaşsa kavga çıkacak, sabır der kendince…
Sayılı gün çabuk geçer memlekete dönme vakti gelir. Hemen bir plan yapar, güzel bir yemek hazırlar, sofrayı kurar, okuldan gelen Hüseyin’le kız arkadaşı mis gibi kokan sofraya oturur, Rabia anne kepçeyi alır memleketten getirdiği tarhana çorbasını kâselere doldurur, sonra ana yemekler ve sofra toplanır…
Rabia anne: ‘‘Siz dinlenin ben bulaşıkları yıkar, mutfağı toplarım.’’ der. Rabia anne işine koyulur, bulaşığı yıkar, tezgâhı siler çorba kepçesini alır, kızın odasına gider, yatağının içine saklar. Yatağı eski hâline getirir…
Üstünü değişir, helalleşir ve: ‘‘Hadi Hüseyin’im beni otobüse götür ciğerim.’’ der. Yola koyulurlar…
Otogara gelirler Hüseyin’i sımsıkı sarar, öper, koklar, her zamanki gibi anne nasihatlerini tekrarlar ve asıl içini yakan cevapları saklar…
Rabia anne memlekete gelir, eşi sorar: ‘‘Hüseyin nasıl hanım, nasıl geçti, oğlunla hasret giderdin mi?’’
Rabia anne: ‘‘Kepçe hariç çok iyi beyim.’’ Hüseyin’inin babası şaşırır… ‘‘Kepçe de ne hanım.’’ der.
Rabia anne: ‘‘Cevabını ben de bilmiyorum, öğrenir öğrenmez hemen sana bildiririm, şimdilik içini ferah tut.’’
Birkaç gün sonra Hüseyin annesini arar, hâl hatır sorar… ‘‘Canım anam kepçeyi bulamadık mutfağı altüst ettik, attın mı, sattın mı? En son o kepçeyle sen çorbarı kâselere koymuştun, sonra kayıplara birden karıştı gitti annem…’’
Rabia anne günlerdir yüreğini saran soruya cevabı almış, memnun olmasa da kızgınlığını saklayıp… ‘‘Ah be Hüseyin’im senin sırf ev arkadaşım, sadece ve sadece ev arkadaşım dediğin o güzele kepçeyi sordun mu? Sırf ev arkadaşın olsaydı yatağına yatar, kepçeyi bulurdu sana… Benim de yüreğimi rahatlatırdı, anneyi kandırmak kolay değil bilesin…’’
Hüseyin, annesinin kıvrak zekâsına hayran kalsa da yalan söylediğine üzülmüş, Hüseyin’in dili tutulmuştu…
Kıvrak zekâ yakalar avı
Yeri geldi mi verir cevabı…
05.11.2017
Fatma ÖZGER BİLGİÇ