FLAŞ HABER:
Ana Sayfa BİLİM-SAĞLIK-YAŞAM-TEKNOLOJİ, GÜNDEM 17 Şubat 2022 214 Görüntüleme

Celal TEZEL Yazdı: Sağlık Sisteminde Alarm Zilleri Çalıyor!…

Sağlık Sisteminde Alarm Zilleri Çalıyor!…

Geçtiğimiz günlerde, gecenin geç saatlerinde aniden rahatsızlanan eşimi, Tarsus Devlet Hastanesi Acil Servisine götürdüm. Herkesin en derin, en tatlı uykularında uyuduğu, gecenin o geç saatlerinde uzman, pratisyen doktorlar, hemşireler, memurlar, kısacası tüm sağlık çalışanları, adeta canlarını dişlerine takmışlar, var güçleriyle ardı arkası kesilmeyen hasta akınına cevap vermeye ve hastaları tedavi etmeye çalışıyorlardı. Görevliler, adeta kan ter içinde oradan oraya koşuşturuyorlardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında tesis edilen sağlık sisteminin gelenekselleşmiş, köklü bir uygulaması olan bu özverili çalışma düzeni, gerçek bir halka hizmet örneğiydi. Acil servis doktorunun önerisi üzerine ertesi gün gittiğim polikliniklerde de sağlık çalışanlarının yine aynı özverili çalışma düzenini, aynı görev anlayışıyla sürdürdüklerine bir kez daha tanık oldum. Polikliniklerde, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar büyük bir kalabalık toplanmıştı. Pandemi koşullarında, neredeyse dip dibe denilebilecek derecede birbirine yakın şekilde poliklinik önlerine yığılmış olan bu kalabalıklar arasında; kimsenin maske, mesafe, hijyen gibi Kovid-19 önlemlerine aldırdığı yoktu. Hastanede, adeta büyük bir izdiham yaşanıyordu. Mevcut durumda bu izdihamı kontrol etmenin ve bir düzene sokmanın olanağı da bulunmuyordu. Bu nedenle, her gün aynı kaotik ortamda ve adeta can pazarında mesai yapmak zorunda kalan sağlık çalışanları, görevlerini çok büyük bir bulaşma riski altında sürdürmeye çalışıyorlardı. Demek ki, sağlık çalışanları arasında pozitif vakalara çok sık rastlanmasının en önemli nedenlerinden birisi de bu kötü çalışma koşullarıydı.

Yaşamak zorunda kaldığım bu tatsız hastane deneyimi dolayısıyla; başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının gerçekten de çok yorulduklarına, dinlenme fırsatı dahi bulamadıklarına, fiziki yetersizlikler ve teknik imkânsızlıklar içerisinde çok zor koşullar altında çalıştıklarına bir kez daha somut biçimde tanık oldum. Tabii bu durum, sadece benim yaşadığım ve tanık olduğum, gelip geçici, az rastlanan bir durum değildir. Süreklilik arz etmektedir. Kamuoyu tarafından bilinmeyen, görülmeyen, kapalı kapılar ardında kalmış, gizlenmiş, saklanmış bir sorun da değildir. Hemen hemen her gün hastanelere bir şekilde yolu düşen akıl, vicdan ve izan sahibi herkes aynı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmakta, aynı deneyimleri yaşamakta ve hemen hemen aynı değerlendirmeleri yapmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse bugün geldiğimiz noktada, mevcut sağlık sistemi, sistemin asıl öznesi olan doktoru da hastayı da hemşire ve hastabakıcıyı da tüm sağlık çalışanlarını da kısacası ilgili ve ilgisiz toplumumuzda yaşayan hiçbir kimseyi de mutlu etmemektedir.

Mevcut koşullarda nitelikli bir sağlık hizmetinin verilebilmesi imkânsız denilebilecek kadar zordur. Bu durum o kadar aşikârdır ki, artık sağlık sisteminden kaynaklanan yakınmalar ve feryatlar başta Türk Tabipler Birliği (TTB) yetkilileri olmak üzere, ilgili ve yetkili tüm sağlık otoriteleri tarafından da yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Bu da demek oluyor ki, AKP iktidarının ilk yıllarında yaptığını iddia ederek epeyce de prim topladığı sağlık devrimi sonucunda oluşturulan mevcut sağlık sistemi, her yanından tel tel dökülmekte ve S.O.S. sinyalleri vermektedir. Sağlık alanında ve tıp dünyasında özellikle son zamanlarda, Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar örnekleri hiç görülmemiş, öylesine inanılmaz olaylar yaşamaktadır ki, bu örnekler açıkça sağlık sisteminde çok ciddi şekilde alarm zillerinin çalmakta olduğunu göstermektedir. Örneğin, daha birkaç yıl öncesine kadar orta ve üst gelir grubunda sayılan ve belli bir refah düzeyinde yaşama ve nispeten özgür, huzurlu ve konforlu bir çalışma ortamında mesleğini icra etme olanağına sahip oldukları varsayılan ve kendilerine gıpta ile bakılan doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız, 08 Şubat 2022 Salı günü, Türk Tabipler Birliği (TTB)’nin çağrısıyla ücretlerinin, çalışma koşullarının ve özlük haklarının iyileştirilmesi talebiyle bir günlük uyarı grevine gittiler. Ve eğer talepleri 14 Mart Tıp Bayramına kadar yetiştirilmezse bu eylemlere devam edeceklerini ilan ettiler. Yine aynı şekilde Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu da Türkiye genelinde aile hekimlerine yönelik hak kayıpları, özlük haklarının verilmemesi ve birinci basamak sağlık hizmetinin vatandaşa daha kaliteli şekilde sunulması için eylem süreci başlattıklarını ve talepleri yerine getirilmediği takdirde 17-18 Şubat’ta 2 gün iş bırakacaklarını ve bu eylemlerden herhangi bir sonuç çıkmazsa 14-15 ve 16 Mart’ta da 3 gün daha grev yapacaklarını kamuoyuna bildirdiler.

Kamuoyu önünde açıkça yaşanan ve sağlık hizmetlerini kısmen sekteye uğratan bu eylemlerden de somut biçimde anlaşıldığı ve açıkça görüldüğü gibi, Tıp doktorlarının ücret artışı talebi ve geçim sıkıntısı nedeniyle eylem yapmaları; Türkiye Tıp Tarihinde örneğine çok ender rastlanan sıra dışı olaylardan birisidir. Kanaatimce, başta Sağlık Bakanlığı yetkilileri olmak üzere, tüm siyasal iktidar mensuplarının mevcut bu durumu görmeleri gerekmektedir. Ve başta, bu insanların hak ettikleri ücretlerin ödenmesine ilişkin düzenlemeler olmak üzere, tüm özlük hakları ve taleplerine ilişkin yasal düzenlemeler de mutlaka yapılmalıdır. Böyle adaletli ve hakkaniyetli bir düzenlemenin yapılması doktorlara ve sağlık çalışanlarına karşı hem bir insanlık görevi ve hem de bir insanlık borcudur. Elbette her meslekte olduğu gibi Tıp doktorları arasında da mesleğin sağladığı ayrıcalıkları ranta dönüştürerek çok yüksek gelirler elde etmeyi amaç edinen ve parasal çıkar odaklı çalışan doktorlar da vardır. Bunlar özellikle büyük şehirlerdeki üniversitelerin Tıp fakültelerinde yarı zamanlı çalışıp, kendi özel muayenehanelerinde çok yüksek ücretlerle hasta kabul eden profesörler ve çeşitli akademik unvanlara sahip öğretim üyeleridir. Aylık gelirleri çok yüksek olan bu profesörler ve öğretim üyeleri, Türk Tabipler Birliği (TTB)’nin ek ücret ve maaş artışı önerisinin dışında tutulmalıdır. Böyle bir uygulama daha adaletli olacaktır.

Sağlık alanında yaşanan ilkler arasında saydığımız uyarı grevlerinden daha da vahim olan gelişme ise, Tıp doktorlarının hastanelerden istifa ederek geriye dönmemek üzere yurt dışına gitmeleridir. Türk Tabipler Birliği (TTB)’nin verilerine göre 2021 yılında Türkiye’den 1400 doktor ayrılarak yurt dışına gitmiştir. Son 10 yılda ülkemizden ayrılarak yurt dışına giden doktor sayısı 4000’i geçmiştir. Her yıl 30 bin doktor, devlet hastanelerinden emekli olmakta ve bunların çok büyük bir çoğunluğu özel hastanelerde çalışmaya başlamaktadır. Daha da şaşırtıcı ve üzücü olanı ise bu sürecin hızlanarak ve artarak devam etmesidir. Yine aynı Türk Tabipler Birliği (TTB) yetkililerinin son açıklamalarına göre ise, 2022/Ocak ayında, her branştan 900’den fazla doktor, hastanelerden istifa ederek yurt dışına gitmişlerdir. Bu nitelikli insan gücü ve beyin göçünün nedenleri çok iyi bir şekilde analiz edilmeli ve iş işten geçmeden doktorlarımızın kitleler halinde yurt dışına göç edişlerini durdurmanın yolları mutlaka bulunmalıdır. Yoksa her geçen gün devlet hastanelerinde uzman ve nitelikli doktor bulmamız daha da zorlaşacak ve kamu sağlığının telafisi mümkün olamayacak şekilde bozulması gibi vahim bir durumla karşılaşmamız kaçınılmaz bir hale gelebilecektir.

Esasen sağlık sistemindeki en büyük sorun ve tehlike neo-liberal kapitalist sistemde bir sağlık endüstrisinin oluşturulması ve tıp biliminin sermaye sınıfının emrine, hizmetine ve egemenliğine girmiş olasıdır. Bu sistemde sağlık, serbest piyasada parayla alınıp satılabilen bir mal ve hizmet haline getirilmiştir. Herkes için kaçınılmaz ve zorunlu bir kamusal ihtiyaç olan sağlık hizmeti, açılan özel hastanelerle alabildiğine özelleştirilmiştir. Parası olanlar, özel hastanelerde 5 yıldızlı otel lüksünde sağlık hizmeti satın alırlarken; yoksul ve dar gelirli halk kesimleri devlet hastanelerinde kendi kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Yine aynı sağlık endüstrisinde tıp doktorları farkında olmadan ve bilmeden eğitimleri, mesleki bilgileri, birikimleri ve emekleri alabildiğine sömürülen emekçiler haline gelmişlerdir. Bu grevlerin ve göçlerin önemli bir nedeni de sağlık sektöründe kurulmuş olan bu sömürü düzenidir.

Sonuç itibariyle insani ve vicdani olmayan bu sömürü düzeninden kurtulabilmek için sağlık hizmetleri 1930’lu yıllarda olduğu gibi tamamen devletleştirilmeli ve yaşayan herkesin sağlık hizmetlerinden ücretsiz bir şekilde yararlanabilecekleri insanca ve hakça bir sağlık sistemi kurulmalıdır.

 

Celal TEZEL

Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi