Pazarlarda Yangın Var! …
Geçtiğimiz pazartesi günü Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Bizim ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil fiili bir hayat pahalılığı sorunu vardır” açıklamasını yaptı. Böylelikle dolar kurunun, tarihi rekorunu kırarak 18 lirayı aştığı 20 Aralık 1921 tarihinden sonra birdenbire aşırı derecede yükselen fiyatlar nedeniyle, halkımız arasında çok büyük yakınmalara konu olan hayat pahalılığı sorunu, en üst düzeyde Cumhurbaşkanı tarafından da dile getirilerek bir anlamda tescil edilmiş oldu. Evet, ülkemizde halkımızı canından bezdiren çok ciddi bir hayat pahalılığı sorunu vardır. Ve ne yazık ki bu sorun, hiçbir şekilde hız kesmeden artarak devam etmektedir Neredeyse her gün, iğneden ipliğe kadar ihtiyaç duyduğumuz tüm mal ve hizmetlere, aşırı derecede yüksek oranlı zamlar yapılmaktadır. Bir ekmek fiyatı 3.-TL’yi, bir litre motorinin fiyatı 28.-TL’yi, bir kilo domates fiyatı 20.-TL’yi ve bir kilo patates fiyatı bile 9.-TL’yi geçmiştir. Söz konusu bu yüksek fiyat etiketleri nedeniyle çarşı ve pazar yerleri deyim yerindeyse bir yangın yerine dönmüştür. Hepimiz ve herkes için vazgeçilmez olan ve olmazsa olmaz nitelik taşıyan zorunlu tüketim mallarının fiyatları bile adeta el yakmaktadır. Bildiğiniz gibi her şeyin olduğu gibi yaşamın da bir kalitesi vardır. Ülkemizde yaşanan böylesi bir hayat pahalılığı nedeniyle yaşam standartlarımız günden güne geriye gitmekte ve yaşam kalitemizde ise ciddi bozukluklar meydana gelmektedir.
Hâlihazırda yaşamakta olduğumuz mevcut bu hayat pahalılığı sorunlarını ekonomik açıdan irdelememiz istenirse, elbette ki bu duruma neden ve nasıl düştüğümüze ilişkin sorulacak olan sorulara verilecek pek çok bilimsel yanıtımız ve açıklamalarımız vardır. Ancak, önemle ve özellikle bilinmesi gereken en önemli nedenlerin başında Türkiye’nin uzunca bir süreden beri “Enflasyon-Kur-Faiz” döngüsüne girmiş olması gerçeği gelmektedir. Türkiye ekonomisi ne yazık ki, böyle bir kısır döngüye girmiştir. Ve ne çare ki bu döngüden bir türlü çıkamamaktadır. Sayın Nebati’nin; 6 ay sonra işlerin düzeleceği vaadinde bulunarak ve gözlerinden ışıltılar saçarak açıkladığı, palyatif Kur Korumalı Mevduat gibi çözümler de henüz herhangi bir yaraya merhem olamamıştır. Kur Korumalı Mevduata ve alınan başkaca önlemlere rağmen, şu satırların yazıldığı 08 Haziran 2022 Çarşamba günü saat: 17.00 itibariyle 1 ABD Doları = 17,13.-TL’yi aşmıştır. Döviz kurlarındaki bu artış eğilimi de hız kesmeden aynı şekilde devam etmektedir. Tabii döviz fiyatlarının bu şekilde yükselmesi, sonuçta siyasal iktidarların uygulamış oldukları ekonomik ve mali politikalarla doğrudan doğruya bağlantılı bir konudur. Sayın Nebati’nin de bir konuşmasında belirttiği gibi, siyasal iktidarlar, sahip oldukları ekonomik ve mali araçları kullanarak döviz fiyatlarını yükseltebilirler. Bu şekilde iç talebi azaltarak ihracatı arttırmak ve bütçe açıklarını da kapatmak gibi çeşitli amaçlar güdebilirler. Siyasal iktidarlar bu ve buna benzer daha başka ekonomik ve mali amaçlarla ve araçlarla da hareket edebilirler. Sonuç itibariyle, döviz fiyatlarının yükselmesi veya düşmesi doğrudan doğruya siyasal iktidarların uygulamış oldukları ekonomik politikalarla ilgilidir. Ülkeyi ve ekonomiyi yönetenler, uygulamış oldukları ekonomik, mali ve sosyal politikalar doğrultusunda bu çeşit kararları alma hakkı ve yetkisine elbette ki sahiptirler. Ancak işin şurası çok iyi bilinmelidir ki, ekonomik kararlar; öylesine bilimsellikten uzak, gelişigüzel ve rastlantısal bir şekilde alınamaz. Aksine ekonomik kararlar; kısa, orta ve uzun vadeli çok akılcı planlar hazırlanarak, mesleki uzmanlığa dayanılarak, birtakım bilimsel istatistiki ve matematiksel hesaplamalar yapılarak alınmalıdır. Bütün bunların yanında hiçbir zaman akıldan çıkartılmaması ve unutulmaması ve gereken bir özellik daha vardır ki; o da ekonomik kararların kaçınılmaz ve zorunlu olarak sosyal sonuçlar doğurduğu gerçeğidir. Alınmış ve alınacak olan bu ekonomik kararlar, günlük yaşamda insanların yaşamlarını olumlu veya olumsuz yönde en ince ayrıntısına kadar etkileyebilmektedir. İşte bu nedenledir ki siyasal iktidar sahiplerinin makro düzeyde birtakım ekonomik kararlar almaları noktasında; aldıkları bu ekonomik kararların doğuracağı sosyal sonuçları da çok iyi bir şekilde hesap edebilmeleri ve ortaya çıkma olasılığı bulunan sosyal olumsuzluklara karşı da gerçekçi ve doğru önlemler alabilmeleri gerekmektedir. İşin aslına bakarsanız, sosyal boyutları hesap edilmeden alınacak olan ekonomik kararların, günlük yaşantımıza bazı olumsuzluklar, bozukluklar ve yakınmalar şeklinde yansıması olasılığı çok yüksektir. Toplumsal yaşantımızda son yıllarda ortaya çıkan ekonomik ve sosyal tabloya bu açıdan baktığımızda; ekonomi yönetimince makroekonomik düzeyde kararlar alınırken; işte, işin asıl can alıcı olan bu sosyal boyutunun ıskalandığı, görmezden gelindiği veya ötelendiği gözlenmektedir. Esasen Türkiye ekonomisinde; yüksek döviz fiyatlarının da içerisinde olduğu asıl büyük sorun, ekonominin genel yapısında meydana gelmiş olan yapısal bozuklardır. Türkiye Ekonomisi, uzunca bir zamandan beri planlama disiplininden uzaklaşmıştır. Özetle ifade etmek gerekirse fiyatlar genel düzeyi sürekli olarak yükselmektedir. Türk Lirası yabancı paralar karşısında değer yitirmeye devam etmektedir.
Paramızın satın alma gücü sürekli olarak azalmaktadır. İçerisine girilmiş olan bu sarmal bir kısır döngüye dönüşmüştür. Bu kısır döngü, kısaca şu şekilde işlemektedir. Önce döviz fiyatlarında bir miktar artış olmakta, ardından buna bağlı olarak iğneden ipliğe kadar her şeye zam gelmektedir. Yani, fiyatlar genel düzeyi yükselmektedir. Bunun zorunlu bir sonucu olarak da hayat pahalılığı dediğimiz olay meydana gelmektedir. Uzun yıllardan beri devam etmekte olan bu süreç Türkiye ekonomisinin genel dengelerini iyice bozmuştur. Bir ülkede uzun yıllar boyunca süren hayat pahalılığı ve enflasyon, o ülkede uzun yıllar sürmüş bir savaş etkisi yapar. Bütün savaşlarda olduğu gibi toplumsal ahlak çöker, üretim ve dağıtım zincirlerinde bozulmalar meydana gelir. Milli gelir ve milli gelirden kişi başına düşen pay azalır. Karaborsa, gayrı meşru kazançlar ve kara para artar. Hukuk; hakkaniyet ölçülerine uygun ve adaletli bir şekilde işleyemez hale gelebilir. Yolsuzluklar ve yoksulluk yaygınlık kazanır. Kısacası, güçlünün zayıfı ezdiği, her alanda sömürünün yaygınlaştığı, negatif seleksiyonun açıkça yaşanması nedeniyle liyakat sisteminin çöktüğü, adam kayırmacılığın ve partizanlığın yükselen bir değer haline geldiği ve insani, vicdani ve adaletli olmayan bir “altta kalanın canı çıksın” düzeni kurulur. İşte bu nedenledir ki, kanımca ülkemizdeki asıl sorun, fiyatlar genel düzeyinin, yani enflasyon ve hayat pahalılığının yükselmesi sorunudur. Tabii Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında belirttiği gibi enflasyon ve hayat pahalılığı birbirinden farklı kavramlardır. Hayat pahalılığı enflasyondan daha çok gelirlerle ilgili bir terimdir. Kişinin geliri düşükse ve ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri satın alamıyorsa o kişi için hayat pahalı demektir. Bu nedenle enflasyon düşükken de hayat pahalılığı olabilir. Ayrıca, Sayın Nebati’nin büyümeyle ilgili bir açıklamasında belirttiği gibi siyasal iktidarlar, enflasyonist kalkınma ve büyüme modelini de tercih edebilirler. Ancak böyle bir durumda enflasyonun hesaplı ve kontrollü olması gerekir. Yoksa herhangi bir ülkede, hesapsız ve kontrolsüz gelişen enflasyonun; yukarıda kısaca değinilmeğe çalışıldığı gibi bazı yıkıcı etkileri olabilir.
Hayat pahalılığı olayına ülkemiz açısından baktığımızda; bugün için geldiğimiz noktada ne yazık ki kendi halinde, işinde gücünde, gündelik yaşamını karınca kararınca sürdürmekte olan ortalama ve sade insanımızın asıl sorunu, bu karmaşık ekonomik kavramların tartışılması sorunu değildir. Dar gelirli ve yoksul geniş halk kesimlerinin asıl sorunu hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı sorunudur. Temel ve zorunlu tüketim mallarının ve gıda fiyatlarının her gün aşırı derecede yükselmesidir. Yani enflasyonun ve hayat pahalılığının önlenemez ve dizginlenemez bir şekilde sürekli olarak yükselmesidir. Ülkemizdeki hayat pahalılığın en önemli nedenlerinden birisi de işte bu yüksek enflasyondur. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyonla mücadele etmek ve enflasyon oranlarını istenen makul düzeylere düşürmek her zaman olanaklıdır. Ancak bunun için öncelikle inşaata dayalı rant ve sıcak paraya dayalı tüketim ekonomisinden vazgeçilmeli ve ürettim ekonomisine geçilmelidir. Örnek verecek olursak, bizim ekonomik ve siyasal tarihimizde, 1930’lu yıllarda planlı toplumsal kalkınmayı esas alan karma ekonomik model uygulanmıştır. Ayrıca 1960’lı yıllarda işbaşına gelen hükümetler, ülke ekonomisini Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planlarına göre yönetmişlerdir. Böylelikle enflasyonu düşürme ve hayat pahalılığını denetim altına alma başarısını göstermişlerdir. Bilindiği gibi ekonomik sistem bir bütündür. Bu bütün içerisinde döviz sorunu, işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, düşük ücretler, faiz sorunu vb. gibi sorunlar tek başına bağımsız bir bütünmüş gibi ayrı ayrı ele alınıp çözülemez. Bir ülke ekonomisinin kurumsal ve bürokratik yapısıyla, dengeleriyle ve bütünlüğüyle öyle olur olmaz, bilir bilmez bir şekilde oynanamaz. Bu şekilde oynamaya kalkarsanız, ülke ekonomisini içinden çıkılamayacak biçimde bozmuş olursunuz. Bugün geldiğimiz noktada, ne yazık ki, ülkemizde uygulanan ekonomik modelin kendi içerisindeki bütünlüğü, tutarlılığı ve dengeleri iyice bozulmuştur. Sistemin düzeltilmesi ve öncelikle de halkımızı canından bezdiren hayat pahalılığının önüne geçilmesi acil bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ancak bunun için öncelikle, 60’lı yılların başlarında uygulanmış olan ve %5 enflasyonla %7 kalkınma hızının yakalandığı ekonomik kalkınma modelleri örnek alınmalı ve günümüz koşullarına uyarlı hale getirilmelidir. Yeni bir kamucu anlayışıyla yeni bir planlı toplumsal kalkınma modeli tercih edilmelidir. Ekonominin genel yapısında ihtiyaç duyulan yapısal nitelikli reformlar mutlaka yapılmalıdır. Bu kısır döngüden çıkışın başkaca bir sağlıklı yolu da ne yazık ki görülmemektedir.
Celal TEZEL
Mersin Üniversitesi Emekli Uzman Öğretim Üyesi