Şanlı 1 Mayıs Geleneği Meydanlarda Yaşıyor
Şu sıralarda, çeşitli sendikalarca, bazı demokratik kitle örgütlerince ve siyasal partilerce, 1 Mayıs Dünya Emekçilerinin Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü kent meydanlarında geniş katılımlı ve coşkulu törenlerle kutlamak için bir dizi hazırlıklar yapılıyor. Bilindiği gibi, 1 Mayıs kutlamaları geleneğinin tarihsel geçmişi çok eskilere, taa 1850’li yıllara kadar dayanıyor. Tarih boyunca, ezilen ve sömürülen işçi sınıfının hak arama, özgürlük ve eşitlik mücadeleleri sürecinde çok derin izler bırakmış olan bu önemli, anlamlı ve büyük gün; tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de “Dünya Emekçilerinin Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanıyor. Şimdilerde bu gelenek, dünyaca ünlü toplumcu şairimiz Nazım Hikmet’in; o, çok meşhur Hürriyet Kavgası şiirinde betimlediği
“Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.
dizelerinde dile getirdiği gibi, meydanlarda yaşıyor ve yaşatılıyor.
Bugün, dünyanın her yerinde işçiler, emekçiler, toplumcu aydınlar, ezilen ve sömürülen dar gelirli ve yoksul halk kesimleri; oluşturdukları yürüyüş kollarıyla ve rengârenk pankartlar, dövizler ve sloganlarıyla dalga dalga şehirlerin meydanlarına akıyorlar. Bu özel ve önemli günü bir şenlik ve bayram havasında coşkuyla kutluyorlar. Türkiye’de de kitleler; güvenlik güçlerince her yıl bıkmadan usanmadan aynı şekilde tekrarlanan yasa dışı ve keyfi engellemelere, polisin orantısız güç kullanmasına ve baskılara rağmen, hiçbir engel tanımadan yine aynı kararlılık ve inançla direniyorlar. Ve aynı coşkuyla meydanlara koşuyorlar. Türkiye’deki kitleler ayrıca, tamamen Türkiye’nin kendine özgü, özel koşullarından doğmuş olan, sözleri ve bestesi Sarper Özsan’a ait 1 Mayıs Marşını yüksek sesle söylüyorlar. Bu marşın, o, çok anlamlı;
“Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez,
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı,
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.
dizelerini, sermayenin acımasız oligarklarına ve ceberrut egemenlere karşı adeta haykırıyorlar. Tabii, 1 Mayıs’ların meşru zeminlerde, rengârenk süslenmiş meydanlarda, bando ve mızıkalarla ve konserlerle adeta bir şenlik ve bayram havası içinde kutlandığı bugünlere öyle birdenbire ve kolaylıkla gelinmedi. Bu noktaya gelinebilmesi için çok kanlı ve dramatik süreçlerden geçildi. Özellikle, işçi sınıfının özgürlük, eşitlik ve kardeşlik mücadelesini veren demokrat aydınlar, yurtsever devrimci gençler ve işçi sınıfı önderleri; bu uğurda çok ağır bedeller ödediler. Bu yolda, dünya çapında on binlerce hatta yüzbinlerce idealist işçi hakları ve özgürlük savunucusunun gözünü bile kırpmadan ölüme yürüdüğünü söylemek hiçte abartılı bir ifade olmaz.
Bilindiği gibi, 18. Yüzyılın II. Yarısında, adına Sanayi Devrimi denilen çok büyük ekonomik ve toplumsal dönüşümler meydana gelmiştir. Bu devrimle birlikte ücretli işçilik uygulamasına geçilmiştir. Ve adına işçi sınıfı denilen yeni bir toplumsal sınıf ortaya çıkmıştır. Vahşi Kapitalizm çağı denilen bu çok ağır sömürü çağında; başta çocuk ve kadın işçiler olmak üzere çok sağlıksız çalışma koşullarında çalıştırılan işçiler için kapitalist patronlar tarafından günde 16 saat işçi çalıştırma sistemi kurulmuştur. Bunun karşılığında ise işçilere; ancak karınlarını doyurabilecekleri, ölmeyecek kadar ayakta kalıp yaşayabilecekleri ve işlerini sürdürebilecekleri bir sefalet ücreti verilmiştir. İşçiler, adeta bir köle düzeninde, kendilerine uygulanan bu baskı ve zulme karşı zaman zaman isyan hareketlerine girişmişlerdir. Ünlü Fransız yazar Emil Zola’nın Germinal ve Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanlarında, bu vahşi kapitalizm döneminde işçi sınıfının yaşadığı korkunç sefalet, toplumsal trajediler ve zaman zaman yaşanan işçi ayaklanmaları öyküleştirilmiş ve gerçeğine uygun bir şekilde anlatılmıştır. Dünya klasikleri arasında daha pek çok bunlar gibi yapıtlar da vardır. Her şeye karşın, kapitalist sömürü düzeni, varlığını tüm acımasızlığıyla birlikte devam ettirmiştir. Bu baskı ve zulüm düzenine karşı ilk başkaldıranlar Avustralyalı işçiler olmuştur. 1856 yılında, bir günde sekiz saat çalışma hakkını elde edebilmek için tarihteki ilk kitlesel grevi başlatmışlardır. Grev sırasında toplantılar, gösteriler ve eğlenceler de düzenlemişlerdir. Bu grev sayesinde köle düzeninde çalışan işçiler ilk defa seslerini duyurma olanağı bulmuşlar ve bunun karşılığını da almışlardır. Ülkedeki bu ilk grev o kadar başarılı olmuştur ki, kendi aralarında her yıl 1 Mayıs günü, bu başarının yıldönümünün kutlanmasına karar vermişlerdir. Avustralya’da 1 Mayıs’ları kutlama geleneği işte böyle başlamıştır.
Daha sonraki yıllarda Amerikalı işçiler, o zamanlar 12 saat olan günlük çalışma sürelerini 8 saate indirebilmek için 1884 yılında mücadeleye başlamışlardır. Amerika’nın Chicago kentinde toplanan İşçi Birliği Kongresinde; 1 Mayıs 1886 gününden itibaren normal günlük çalışma süresinin 8 saat olarak uygulanması kararı alınmıştır. Bu kararı uygulatmak amacıyla 1 Mayıs 1886 tarihinde ABD’nin büyük kentlerinde beş binden fazla iş yerinde grev ilan edilmiştir. Grevleri bastırmak için işyerlerine gelen polislerle grevciler arasında çıkan çatışmalar sırasında bir işçi ölmüş ve çok sayıda işçi de yaralanmıştır. Üç gün süren olaylar sonrasında grevi örgütleyen sendikacılar mahkemeye çıkartılmışlardır. Hiçbir kanıt bulunamamasına rağmen hepsi de suçlu bulunmuşlardır. Eylemlerden sorumlu tutulan bu sendikacılardan 4’ü idam, 4’ü de ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır. Birisi de hücresinde ölü bulunmuştur. Bu sendikacı gördüğü işkenceler nedeniyle ölmüştür ama kayıtlara intihar diye geçirilmiştir. Yargılamalar sırasında, özür dilemesi halinde idamdan kurtulacağı sözü verilen Albert R. Persons adındaki işçi önderinin mahkemede söylediği “Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.” sözleri tarihe geçmiştir. Yine Albert R. Persons’un idama gitmeden önce çocuklarına yazdığı şu mektup, bütün insanlık âlemine verilmiş bir ibret, insanca erdemler, onurlu bir dik duruş ve yiğitlik dersi niteliğindedir. Şöyle diyor mektubunda işçi önderi Persons; “Ah, sevgili çocuklarım, nasıl içten, derinden seviyor sizi babacığınız. Sevdiklerimize yaşamakla gösteririz sevgimizi ve gerektiğinde sevdiklerimiz için ölmekle de gösterebiliriz sevgimizi… Benim hayatımı ve doğal olmayan haksız ölümümü başkalarından öğreneceksiniz. Babanız, özgürlük ve mutluluk uğruna gönüllü olarak canını vermiş bir kurbandır. Size miras olarak şerefli bir ad ve tamamlanacak bir görev bırakıyorum… Onu koruyun, bu yolda yürüyün. Kendinize karşı doğru olun, o vakit başkalarına karşı sahte olamazsınız… Çocuklarım, değerli varlıklarım; bu mektubu yalnız sizin için değil, daha doğmamış çocukları için ölen birçok kişinin ölüm yıldönümlerinde de okumanızı istiyorum. Yavrularım, elveda.” Büyük bir hızla bitirilen yargılamaların ardından Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES adlı yiğit işçi önderleri idam edildiler.
Sendikacıların bu şekilde idam edilmeleri, tüm dünya işçileri üzerinde büyük bir şok etkisi yarattı. 1889 yılında Paris’te toplanan II. Enternasyonal, işçilerin dayanışmaları amacıyla yılda bir günün ortak bayram ilan edilmesi kararını aldı. Amerikalı işçi temsilcileri idam edilen arkadaşlarının anısını yaşatmak için 1 Mayıs’ı önerdiler. Bu öneri kabul edildi. 1890 yılından başlamak üzere 1 Mayıs işçilerin “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanmaya başlandı. Türkiye'de ilk 1 Mayıs, Osmanlılar döneminde 1905 yılında İzmir’de kutlanmıştır. 1919, 1920 ve 1921 yıllarında, 1 Mayıs işçi bayramları işgal altındaki İstanbul’da bağımsızlık mitinglerine dönüşmüştür. 1922 yılındaki 1 Mayıs işçi bayramı ise bu kutlamalar arasında en dikkat çekeni olmuştur. O yıllarda kadınlı erkekli katılımın olduğu bu coşkulu 1 Mayıs törenlerinde topluluk Şişli’ye doğru yürüyüşe geçmiş, yürüyüş sırasında bando eşliğinde hep bir ağızdan Enternasyonal Marşı söylenmiştir. 1923 yılında 1 Mayıs günü yasal olarak İşçi Bayramı ilan edilmiştir. 1924`te hükümet kitlesel 1 Mayıs kutlamalarının yapılmasına izin vermemiştir. 1925`te çıkartılan Takrir-i Sükûn Yasası ile İşçi Bayramının kutlanması yasaklanmıştır. 1935 yılında 1 Mayıs’a Bahar ve Çiçek Bayramı adı verilmiş ve ücretsiz tatil günü ilan edilmiştir. 1960’lı yıllarda, işçi hareketlerinde gerçek bir gelişme ve sıçrama yaşamasına rağmen, kitlesel 1 Mayıs kutlamaları yapılamamıştır. Yasaklamalar 1976 yılına kadar sürmüştür. DİSK öncülüğünde ilk kez kitlesel olarak Taksim Meydanı’nda kutlama yapılabilmiştir. 1977 yılında Taksim Alanı’na beş yüz binden fazla emekçi toplanmıştır. Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarına doğru çevredeki binalarda mevzilenen faşist provokatörler tarafından halkın üzerine hedef gözetmeksizin ateş açılmıştır. Yaşanan paniğin ardından 37 insanımız yaşamını yitirmiş ve 200’den fazla kişi de yaralanmıştır. Bu olay tarihimize kanlı 1 Mayıs olarak geçmiştir. Ne hazindir ki, bu olayın failleri bugüne değin hala bulunamamıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 1 Mayıs kutlamaları yasak edilmiştir. Bu yıldan sonraki her 1 Mayıs kanlı olaylara ve gerilimlere sahne olmuştur. Sendikaların 2010’da yaptığı başvuru kabul edilmiş ve 1 Mayıs 32 yıl aradan sonra Taksim’de ilk kez resmi olarak kutlanmıştır. Daha sonraki yıllarda 1 Mayıs gösterilerine izin verilmiştir ama bu kez de çeşitli bahaneler gösterilerek Taksim Meydanı gösterilere kapatılmıştır.
Bu yıl da yine İşçi Bayramı kutlamaları nedeniyle Taksim Meydanı gerilimi yaşanacakmış gibi görünmektedir. Şanlı tarihsel geçmişi nedeniyle 1 Mayıs geleneği, her yıl olduğu gibi bu yıl da yine kent meydanlarında yaşanacak ve yaşatılacaktır. Ülkemizde ve dünyada demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik ve dayanışma mücadelesine gönül veren işçilerin, emekçilerin ve gerçek demokratların “1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” kutlu olsun.
Celal TEZEL
Emekli Üniversite Uzman Öğretim Üyesi