İstanbul’un Fethi Kutlamaları ve Bazı Tarihi Yanılgılar
İstanbul’un Fethi’nin 569. Yıldönümü kutlama törenleri, geçtiğimiz 29 Mayıs Pazar günü İstanbul’da yapıldı. Bu yılki törenler, daha önceki yıllarda yapılan törenlerden farklı olarak ilginç görüntü ve uygulamalara sahne oldu. Zaten bunun böyle olacağının ilk işaretlerini de Ankara’daki resmi 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı törenlerine katılmayarak; gittiği İstanbul’da çeşitli konular hakkında açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha önceden vermişti. Erdoğan buradaki konuşmasında 29 Mayıs’ta İstanbul’un Fethi’nin 569. Yıldönümü için görkemli törenler düzenleneceğini ve Atatürk Havalimanı yerine kurulacak olan Millet Bahçesi’ne İlk fidan dikiminin gerçekleştirileceğini söylemiş ve halkı bu törenlere katılmaya davet etmişti. Bu çeşit tutum ve davranışlar bir kısım kamuoyunda; ulusal bayramların izlerini silmek ve bunun yerine gelenek icat ederek ulusal bayramları ikame etmek çabası olarak değerlendirildi. Nihayet söz konusu bu fetih kutlamaları, tören alanı olarak düzenlenen Atatürk Havalimanında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de katıldığı törenlerle kutlandı. Bu kutlamalar sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi’ne İlk Fidan Dikim Törenini de gerçekleştirildi. Erdoğan burada yaptığı konuşmada, çeşitli güncel konulara değindi ve bu arada da resmi rakamlara göre tören alanında 560 bin kişinin bulunduğunu duyurdu. Yapılan bu konuşma, kamuoyunda başta “erken seçim” olmak üzere ekonomik, sosyal, siyasal, askeri ve diplomatik konularda bazı tartışmaların yapılmasına neden oldu. Yaşanan bu gelişmelerden farklı olarak bu yıl ilk defa; resmi kutlama törenlerine davet edilmeyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da son derecede haklı bir tepki olarak Maltepe semtindeki Orhangazi Şehir Parkı’nda alternatif bir anma etkinliği düzenledi. İmamoğlu burada büyük kalabalıklar önünde yaptığı konuşmasında “Bugün Atatürk Havalimanında, korsan bir tören düzenleyerek bu aziz şehrin fetih yıl dönümünü bile bölmek için çaba sarf ediyorlar” diyerek Atatürk Havalimanında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından düzenlenmiş olan törenleri “korsan gösteri” olarak nitelendirdi. Böylelikle törenler tarihimizde ilk kez olarak İstanbul’un Fethi Kutlamalarının bir törenler yarışına, toplanan kalabalıklar aracılığıyla yapılan bir siyasal güç gösterisine ve profesyonelce icra edilen bir PR yani, halkla ilişkiler etkinliğine dönüştürüldüğü de görülmüş ve toplumsal belleğe kaydedilmiş oldu. Yani bir başka ifadeyle söylememiz gerekirse her zaman olduğu gibi işin özü unutuldu ve biçim ve gösteriş ön plana çıkartıldı.
İşin aslına bakacak olursanız; Fethin kutlandığı gün olan 29 Mayıs günü de dâhil olmak üzere İstanbul’un fethine ilişkin olarak anlatılan pek çok olay üzerinde birtakım yanılgılar, gerçek dışı ve şüpheli durumlar mevcut iken; bunların gerçekliğini araştırmak yerine işi hamasi söylemlerle ve gösterişli törenlerle geçiştirmek de bir başka ve büyük bir çelişkimizdir. Tarihsel olaylar nasıl yaşanmışsa öyle gerçekleşmiş ve tarihe de öylece geçmiş olan olaylardır. Makam ve mevkisi ne olursa olsun hiç kimsenin, subjektif bazı yorumlarla bunlara farklı anlamlar yüklemek ve değiştirmeye kalkışmak gibi herhangi bir hakkı ve yetkisi yoktur. Dünya tarihinin en büyük kırılma noktalarından birisi olan İstanbul’un fethi olayı kısaca şu şekilde gerçekleşmiştir. 1500 yıllık Roma İmparatorluğu’nun doğudaki uzantısı olan Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan Kostantinopolis şehri, 6 Nisan 1453 tarihinde; o zaman 21 yaşında olan Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Yeniçeri Ordusu tarafından kuşatılmıştır.
Bizans İmparatoru XI. Konstantinos ve ordusuna karşı 53 gün sürdürülen kuşatmanın ve bu kuşatma sırasında yapılan kanlı çarpışmaların ardından 29 Mayıs (?) 1453 tarihinde İstanbul şehri ele geçirilmiştir. Hemen bu noktada açıklamamız gerekirse; buradaki 29 Mayıs günü kesin ve mutlak bir tarihi gerçeklik değildir. Fetih gününe ilişkin olarak kimi Osmanlı tarihçileri 6 Temmuz, hatta kimi Osmanlı tarihçileri ise 1 Nisan gününü göstermektedirler. İttihat ve Terakkicilere göre ise fetih günü 11 Haziran günüdür. Ünlü ve saygın tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık ise bir makalesinde “İstanbul’un fethini yanlış tarihte kutluyoruz! 29 Mayıs eskinin Julyen takvimine göreydi. 1582’de dünya Gregoryen takvimini kabul etti. Julyen takviminin her 128 yılda 1 gün hata yaptığı anlaşıldı. Ve yeni takvime geçilirken eskisine 10 gün ilave edildi. Buna göre İstanbul’un fetih günü 7 Haziran’dır” açıklamasını yapmıştır. Kanımca İstanbul’un asıl fetih günü işte bu bilimsel hesaplamalara göre saptanmış olan 7 Haziran günüdür. Son zamanlarda yapılan bazı tarihi araştırmalarda ise; Bizans burçlarına Osmanlı Sancağını diktiği anlatılan Ulubatlı Hasan isimli Yeniçeri neferinin gerçekte var olmayan, hayali bir kahraman olduğu bilgisine ulaşılmıştır. Bu bilgi, fantastik ve hamasi bir bilgi olarak İstanbul’un Fethi öyküsüne sonradan eklenmiştir. Yine aynı şekilde 70 kadar gemiden oluşan donanmanın, bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergâha kalaslar döşenerek ve silindirler üstünde kaydırılarak Haliç’e indirildiği hususu da tarihsel kesinliği olmayan ve tarihçiler arasında hala tartışmalı olan bir konudur. Bazı tarihçiler, böyle bir olayı doğru kabul etmemektedirler. Bu fethin ardından İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. Dünya çapında ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı’ya göre, Fatih Bizans’ın devlet örgütlenme biçimini, klasik bürokrasi anlayışını ve Roma Maliye Teorisini olduğu gibi almış ve Osmanlılara uyarlamıştır. Osmanlılarda gerçek devlet yapısı bu şekilde kurulmuştur. İstanbul’un fethiyle tarihte Orta Çağ’ın son bulduğu ve Yeni Çağ’ın başladığı kabul edilmektedir. Aslında, binlerce yıl boyunca köhnemiş ve kendi iç mücadelelerine gömülmüş olan yaşlı ve yorgun Bizans yönetimine karşı, Anadolu’dan akın akın gelen genç ve zinde Osmanlı Ordularının kazanmış olduğu bu zafer; planlamanın, akılcı stratejilerin ve teknolojinin zaferidir. Çünkü Fatih, daha 1451 yılında; Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı yaptırmıştır. Erdel’li Urban adlı bir top dökümcüsünü getirterek, Konstantinopolis’in surlarını yıkabilecek güçte topların dökülmesini sağlamıştır. Her türlü hazırlıklarını, planlarını yapmış ve savaş stratejilerini hazırlamıştır. Buna karşın, Bizans ileri gelenlerinin kiliselerde meleklerin cinsiyetini tartışarak aymazlık ve dalalet içerisinde vakit geçirdikleri söylenmektedir. Böylesine iç kavgalar, aymazlıklar ve ihanetler; yenilmez sanılan binlerce yıllık İmparatorluğun sonunu getirmiştir. Fatih Sultan Mehmet, fethin ilk günü Ayasofya’ya giderek incelemelerde bulunmuştur. O zaman adet olduğu üzere; kazanılan savaşlardan sonra şehri yağmalamak isteyen askerlerine engel olmuştur. Fatih, şehrin ticaret merkezi olan Galata semtinden kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin geriye dönmelerini sağlamıştır. Rum Patrikhanesi’nin yeniden açılmasına izin vermiştir. Ayrıca, bir Yahudi hahambaşılığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurulmasını sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u, farklı dinlerden insanların karşılıklı hoşgörü içerisinde bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçlamıştır. Bazı fanatik siyasal İslamcıların göstermeye çalıştıklarının aksine Fatih Sultan Mehmet, bağnaz bir dindar değildi. Osmanlı Devleti’nin yönünü Batı’ya, yani Avrupa’ya çevirmiştir. Avrupa’dan ressamlar getirterek kendi tablolarını yaptırmıştır. Osmanlı Devleti’nde yıldönümü kutlama geleneği yoktu. Bu nedenle, bütün bir Osmanlı Tarihi boyunca İstanbul’un fethi kutlamaları yapılmamıştır. 1900’lü yıllarda bazı Osmanlı aydınları, Padişah II. Abdülhamid’e fetih kutlamalarının yapılmasını önermişler, ancak Padişah böyle bir kutlamanın Osmanlı tebaası olan Rumları üzeceği gerekçesiyle bu öneriyi kabul etmemiştir. İstanbul’un Fethine ilişkin ilk kutlama töreni; II. Meşrutiyet Döneminde, İttihat ve Terakki iktidarında 1910 yılında düzenlenmiştir. Ancak bu devirlerde Osmanlı Devleti’nde Rumi Takvim kullanılmaktaydı. Bu nedenle kutlamalar, günümüzde kullandığımız Miladi Takvimde 29 Mayıs’a isabet eden Rumi Takvimdeki 11 Haziran gününde yapılmıştır.
Balkan Bozgunu’nun ağır travmasını yaşayan halka moral motivasyon olması düşüncesiyle 1914 yılındaki kutlamalar, halkın da geniş katılımı sağlanarak görkemli törenlerle kutlanmıştır. 13 Kasım 1918 günü, İstanbul’un emperyalist itilaf devletlerince bir daha hiç gitmemek üzere işgal edilmesinden sonra bu kutlamalar yapılamamıştır. Cumhuriyet döneminde fazlaca üzerinde durulmayan “İstanbul’un Fethi” olayı, 1950’li yıllarda, din olgusunu siyasal bir propaganda aracı olarak kullanan Demokrat Parti (DP) iktidarı döneminde önem kazanmıştır. Özellikle 1953 yılında, 500. yıldönümü olmasının da etkisiyle fetih, resmî törenlerle kutlanmıştır. Hatta bu amaçla Bakanlar Kurulu kararı ile bir de dernek kurulmuştur. Daha sonra fetih kutlamaları önemini yitirmiş ve adeta unutulmuştur. Ne var ki 1990’lı yıllarda ve sonrasında siyasal İslam’ın yükselişi sürecinde özellikle Refah Partisi ve AKP tarafından kazanılan belediyeler, fetih kutlamalarını siyasi ve ideolojik bir gelenek olarak ön plana çıkarma gayreti içerisine girmişlerdir. Emperyalist işgalcilere karşı yapılan Ulusal Kurtuluş Savaşının zaferle kazanılmasından sonra Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma gereğince İşgal Kuvvetleri 42 gün içerisinde İstanbul’u boşaltmıştır. 6 Ekim 1923 günü, Mustafa Kemal’in görevlendirdiği Şükrü Naili Paşa, halkın alkışları ve sevinç gösterileri eşliğinde İstanbul’u teslim almıştır. İşte, İstanbul’un 2’nci fetih ve gerçek kurtuluş günü bu 6 Ekim 1923 günüdür. Asıl görkemli İstanbul’un Kurtuluş günü törenlerinin bu tarihte yapılması gerekmektedir. Ancak geliniz görünüz ki, hepimiz için çok değerli ve anlamlı olan böylesine önemli bir Kurtuluş günü görmezden gelinmektedir. Buna karşın, günümüz için mazideki tarihsel bir zafer olmaktan öteye bir anlam taşımayan Fetih olayı için, her yıl biraz daha mistik ve hamasi öğeler katılarak kutsal bir tören havasında abartılı ve gösterişli kutlamalar yapılmaktadır. Umudumuz ve beklentimiz; bu tarihsel çelişki ve yanılgılardan ve nafile çabalardan bir an evvel vazgeçilmesidir. Ulusal bayramlarımızın toplumsal tarih bilinciyle, yerli yerinde, anlam ve önemlerine uygun biçimde kutlanması uygulamalarına bir an evvel geri dönülmesidir. Uygar ve çağdaş bir toplum için zaten vazgeçilmez olan, olmazsa olmaz nitelik taşıyan, akılcı ve gerçekçi yaklaşım da işte bu devlet ciddiyetine yakışan yaklaşımdır.
Celal TEZEL
Mersin Üniversitesi Emekli Uzman Öğretim Üyesi