Asıl Sorun Enflasyon
Nihayet, bütün dünyayı kasıp kavuran Covid-19 Pandemisi gibi büyük felaketlerle, ekonomik, toplumsal, siyasal, askeri ve diplomatik çalkantılarla başlayan 2021 yılının da sonuna geldik. Başladığı gibi baş döndürücü bir hızla yaşanan toplumsal gündemlerle, orman yangınlarıyla, doğal afetlerle, çok büyük toplumsal yarılma noktalarıyla, ayrışmalarla ve çok sert siyasal tartışmalarla geçen 2021 yılı da; o, çok ünlü şarkımızdaki “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım. Bâzan gözyaşı oldu, bâzan içli bir şarkı” dizelerindeki gibi, belleklerimizin ve anılarımızın habersiz geçen yıllar hanesine yazılacak. 2021, sıkıntılarla, zorluklarla geçen; pek çoğumuz için karantinalarla, ölümlerle, zararlarla ve iflaslarla anılacak olan çok kötü bir yıl oldu. Bu yılda günlük yaşamın temposu yükseldi, gündelik sorunlar yoğunlaştı ve karşı karşıya bulunduğumuz zorluklar daha da karmaşık ve çözümsüz hale geldi. 2021 yılı her şeye karşın, toplumsal olarak belirgin bir şekilde ekonomik sorunların ön plana çıktığı, adeta bir ekonomik krizler ve bunalımlar yılı oldu.
Çok ilginçtir, 7’den 70’e hepimiz, geceli gündüzlü ekonomi konuşur, ekonomiyle yatar, ekonomiyle kalkar olduk. Gazeteler ve televizyonlar yayınlarında ekonomi programlarına daha çok yer vermeye başladılar. Ekonomi programları en çok izlenen programlar haline geldi. Çünkü 2021 yılında Türkiye’de her şeyden önce milli gelirden kişi başına düşen pay azaldı. Bunun sonucunda yoksulluk yaygınlaştı. Yaşam standartlarımız ve yaşam kalitemiz geriledi. Refah düzeyimiz düştü. Günlük hayatımızı kazanmamız daha da zorlaştı. Siyasal iktidarlarca alınan ekonomik kararlar; hepimizin yaşamını çok daha yakından, çok daha derinden ve çok daha olumsuz bir şekilde etkilemeye başladı. Bu nedenle herkesin ve hepimizin ekonomi konularına olan ilgimiz ister istemez yoğunlaştı. Bir toplumda bir konunun çok konuşuluyor ve çok tartışılıyor olması o konunun iyileşeceği ve herkesi mutlu edecek şekilde sorunların çözüme kavuşturulacağı anlamına gelmiyor. Ne yazık ki Türkiye’de; ekonomik sorunlara köklü çözüm getirecek akılcı, gerçekçi ve bilimsel öneriler hep söylemde kalıyor. Bu nedenledir ki, makroekonomik düzeyde ekonomik sistemin yapısında mevcut olan sorunlar büyümeye ve ekonomik göstergeler daha da kötüleşmeye devam ediyor. Bu göstergelerin en başında milli gelirin dış borçları karşılama oranı geliyor.
Bakınız bir ülkede milli gelirin dış borçları karşılama oranı %45’lerin üzerine çıkmışsa; o ülkede ekonomik dengelerin hiç birisi tutturulamadığı gibi sosyal ve siyasal çalkantılar da bitmez. Gazete ve televizyonlarda açıklama yapan bazı uzmanlardan öğrendiğimize göre; Türkiye’de milli gelirin dış borçları karşılama oranı %62’lerin üzerine çıkmıştır. İşte, yaşadığımız ekonomik sıkıntı ve zorlukların çok büyük bir çoğunluğu buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin dış borçlarının 450 milyar doların üzerine çıktığı söylenmektedir. Türkiye, hiçbir harcama ve yatırım yapmadan milli gelirinin tamamını bu borcu ödemeye ayırsa bile, bu borcun ancak %65’ini ödeyebilmektedir. Ekonomik sorunların çözümüne öncelikle bu önemli sorunun çözümünden başlamak gerekmektedir. Bundan başka Türkiye ekonomisinin kökenleri çok eskilere dayanan çok önemli ve artık kronik hale gelmiş yapısal sorunları vardır. Bunlar, gelir ve servet dağılımındaki bozukluk ve adaletsizliklerdir. Türkiye, dünyada gelir ve servet dağılımı bozukluğu sıralamasında durumu en kötü olan üç beş ülke arasında sayılmaktadır.
Ekonominin bir başka yapısal sorunu da artık kronik hale gelmiş olan yaygın işsizliktir. Çeşitli kaynaklarca İşsiz sayısının 10 milyonu geçtiği belirtilmektedir. İşsizler ordusunun büyüklüğü, işçi ve memur gibi emeğiyle geçinenlerin ve bunların emeklilerinin ücretlerinin de düşük kalmasına neden olmaktadır. Türkiye’de Turgut Özal tarafından açıklanan 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirlerinin uygulamaya geçilmesinden bu yana uygulanan ve 20 Yıllık AKP İktidarı döneminde doruğuna ulaşan inşaata dayalı rant ve sıcak paraya dayalı tüketim ekonomisi modelinin artık sonuna gelinmiştir. Ne yaparsanız yapınız, dışa bağımlı bu neo-liberal ekonomik sistem artık işlememekte ve her yanından SOS vermektedir. Sistemi işletmek için alınan bazı palyatif çözümler, hiçbir yarar sağlamadığı gibi ekonomik hayatta çalkantıların meydana gelmesine ve toplumda ise büyük tartışmaların yaşanmasına neden olmaktadır.
Son olarak, Merkez Bankası tarafından politika faizinin ısrarla indirilmesi ve bunun sonucunda döviz kurunun aşırı yükselmesi ve dolar kurunun 18,30.-TL düzeylerine çıkması gibi nedenlerle, 20 Aralık’ta alınan kararlar neticesinde 18,30’lar düzeyindeki dolar kurunun bir gecede 10.00.-TL düzeylerine düşmesi oldu. Dolayısıyla ekonomik yaşamda büyük çalkantılar meydana gelmiş ve toplumda ise çok büyük tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar genellikle, 20 Aralık olayının hazırlanış biçimi, nedenleri, sonuçları, döviz, faiz, altın ve enflasyon ilişkisi konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hemen baştan belirtmemiz gerekirse; döviz de, faiz de, altın da bir yatırım aracı değildir. Türk insanı, tasarruflarını bu araçlara bağlayarak havadan gelir elde etmek için değil, birikimlerini enflasyonun olumsuz etkilerinden korumak ve sahip olduğu ekonomik değerlerin durup durduğu yerde erimesinin önüne geçebilmek amacıyla altın ve dövize yönelmektedir. Türkiye’de kendi halinde, işinde gücünde, gündelik yaşamını karınca kararınca yaşamakta olan ortalama ve sade insanın asıl sorunu bunlar değildir. Dar gelirli ve yoksul geniş halk kesimlerinin asıl sorunu hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısıdır. Temel ve zorunlu tüketim mallarının ve gıda fiyatlarının her gün aşırı derecede yükselmesidir. Aslında döviz, faiz ve altın fiyatlarının artmasının, mal ve hizmetlerin maliyetlerinin artması üzerinde etkileri açısından birbirinden hiçbir farkı yoktur. Örneğin döviz fiyatları düşük, faiz oranları yüksek olsa da bu durum yine de maliyet artışlarına neden olabilir. Halk açısından asıl sorun, fiyatlar genel düzeyinin, yani enflasyonun artmamasıdır. Öyleyse yapılan tartışmalarda asıl sorun dövizin, faizin ve altının fiyatlarının yüksekliği değil, enflasyonun yüksekliği sorunudur.
Halkın yoksullaşması sonucunu doğuran, en acımasız, haksız ve adaletsiz bir vergi olan enflasyon; Türkiye ekonomisinin çok eski ve kronik bir hastalığıdır. Kavramsal olarak kısaca belirtmemiz gerekirse enflasyon; Latince kökenli bir sözcük olup, Türkçe’de “şişme” anlamına gelmektedir. Bir başka tanımla enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin normalin üzerinde devamlı olarak artması ve dolayısıyla ülke parasının iç değerinin düşmesidir. Nitekim öyle de olmuş, yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle paramız pula dönmüş ve Türk Lirası dünyanın en değersiz paralarından birisi haline gelmiştir. Türkiye’de memur ve emekli aylıklarına 6 ayda bir yapılan zamların hesaplanması açısından TÜİK tarafından açıklanan resmi enflasyon oranlarının ise özel bir anlamı ve önemi vardır. 03/Ocak/2022 Pazartesi günü (yarın) açıklanacak olan bu rakamın %30’lar civarında olması beklenmektedir. Türkiye’de sürekli ve düzenli olarak enflasyon hesaplaması yapan TÜİK, Türk-İş, İTO ve ENAGRUP gibi kuruluşlar vardır. Anacak her nedense bunlarının hiç birisinin enflasyon hesabı birbirini tutmamaktır. Ve en düşük rakamları açıklıyor olması nedeniyle TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına duyulan güven ise bir hayli azalmıştır.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyonla mücadele etmek ve enflasyon oranlarını istenen makul düzeylerde tutmak her zaman olanaklıdır. Bunlar bilinmeyen yöntemler değildir. Ancak bunun için öncelikle inşaata dayalı rant ve sıcak paraya dayalı tüketim ekonomisinden vazgeçilerek üretim ekonomisine geçilmesi gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1930’larda uygulanan planlı toplumsal kalkınmayı esas alan karma ekonomik model ve 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planlarını uygulamayı esas alan ve düşük enflasyonla yüksek kalkınmayı gerçekleştirmiş olan planlı kalkınma dönemleri bunun için çok iyi birer örnek teşkil etmektedir…
2021’i ekonomik kriz ve bunalımlarla uğurluyor ve 2022’yi de Covid-19 virüsünün mutasyona uğrayarak yeni tespitle Omicron Varyantı Virüsünün belirsizlikleri ve tedirginlikleriyle karşılıyoruz. Bu vesileyle, başta tarsusinternetgazetesi.com haber sitemizin, Tarsus Zirve Gazetemizin ve naçizane bu köşenin ve bu satırların saygıdeğer okuyucularının yeni yılını kutlar, 2022 yılının tüm insanlığa ve halkımıza barış, sevgi, kardeşlik, sağlık, huzur ve mutluluklar getirmesini içtenlikle dilerim.
02.01.2022
Celal TEZEL
Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi