Uluslararası Örgütler Türkiye’yi Nasıl Etkiler?
Şu, içeresinde yaşamakta olduğumuz 100 yılın felaketi Kovid-19 ve omikron varyantı günlerinde ulusça hepimiz; gerçekten de zorlu, bir hayli çalkantılı ve ilginç süreçlerden geçiyoruz. Uzunca bir süreden beri ekonominin kötü yönetilmesi ve ekonomi alanında dünyanın aldığı kararların tam zıttına kararlar alınması nedeniyle, Türkiye’nin bozulmaya yüz tutmuş olan makro ekonomik dengeleri bir türlü yerli yerine oturtulamıyor. Merkez Bankası yedek akçe ve rezervlerinin tüketilmiş olması, dış borçların artması, sıcak paraya ve ithalata dayalı rant ekonomisi uygulanması ve petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının temininde tamamen dışa bağımlı olunması gibi nedenlerle, döviz kurlarının ve özellikle de doların fiyatının aşırı derecede yükselmesinin önüne bir türlü geçilemiyor. Tabii bu durum ister istemez, mal ve hizmet fiyatları genel düzeyinin yani, enflasyonun da kontrolsüz bir biçimde yükselmesine neden oluyor. Enflasyon konusu geldiğinde her zaman dile getirmeye ve dikkat çekmeye çalıştığım sosyo-ekonomik ve bilimsel bir gerçeklik vardır. Hiç unutulmamalıdır ki, bir ülkede uzun süren ve kontrolsüz bir biçimde seyreden yüksek enflasyon; o ülkede uzun süren bir savaş etkisi yapar. Nasıl ki bir ülkede uzun süren bir savaştan sonra ekonomik yapı ve ahlak temellerinden çöker, toplumsal şiddet ve suç oranları artar, toplumdaki adalet duygusu sarsılır, kamu kurum ve kuruluşlarına duyulan güven azalır, işsizlik ve yoksulluk yaygınlaşır ve topluma büyük bir umutsuzluk, mutsuzluk ve karamsarlık havası egemen olursa; işte bir ülkede uzun süren ve kontrolsüz bir biçimde seyreden yüksek enflasyon da hemen hemen aynı etkileri yapar. Tabii işinde gücünde sade yurttaşlar olarak bizler; enflasyonun günlük yaşantımız üzerindeki olumsuz etkilerini yakından hissediyor ve sakıncalarını gidermek için elimizden geldiğince çabalıyoruz. Ancak günlük yaşamda omuzlarımıza yüklenen ağır sorunlar yalnızca enflasyonla bitmiyor. Yaygın yoksulluk, işsizlik, sosyal güvenlik sisteminin zayıflığı ve yetersizliği, emeğinden başka geçim kaynağı bulunmayan işçi ve memurların ve emeklilerin ücretlerinin düşüklüğü, temel gıda maddeleri fiyatlarının pahalılığı gibi sorunlar da bir şekilde üstesinden gelmemiz gereken sorunlar arasında çok geniş bir yer tutuyor.
Ekonomik alanda ayrıca, yetersiz üretim, esnaf ve sanatkarların yaşadığı sıkıntılar, iflaslar, çitçilerin Bakanlık önlerinde toplanarak feryat figan dile getirmeye çalıştıkları borç ve haciz kuşatması, tarımda yaşanan tekelleşme süreci gibi sorunlar da acil çözüm bekleyen sorunlar olarak toplumsal gündemimizdeki önemli yerini korumaya devam ediyor. Deyim yerindeyse tam bir ekonomik kuşatma altında ve ekonomik toz duman içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Ekonomik faaliyetlerin tozu ve dumanından göz gözü görmüyor. Adeta, yalnızca ekonomiye endeksli bir yaşam sürdürüyoruz. Başımızı kaldırıp sağımıza solumuza bakamıyoruz. Genel olarak büyük ölçüde dış dünyadan soyutlanmış durumda içene kapalı bir toplum halinde varsa yoksa iç sorunlarımızla uğraşıp duruyoruz. Oysa dünyamız da öyle durup durduğu yerde olduğu gibi durmuyor. Pandemiye rağmen dünyada, ülkemizi de yakından ilgilendiren çok ilginç gelişme ve değişmeler yaşanıyor. Bilindiği gibi günümüzün dünyasında uluslararası ilişkiler ve uluslararası gelişmeler de çok geniş bir yer tutuyor. Devletler birbirleriyle ikili veya çok taraflı ilişkiler geliştiriyorlar. Bu ilişkiler günümüzde o kadar gelişti ve yaygınlaştı ki; devletler, uygarlık tarihi sürecinde bugüne kadar hiç görülmemiş bir şekilde bir araya gelerek çeşitli devlet birlikleri şeklinde örgütleniyorlar. Böylelikle çok büyük bir potansiyel ve güç oluşturuyorlar. Bu süreç dünyanın çeşitli bölgelerinde hala devam ediyor.
Bizler, bunlardan en çok Avrupa Birliğini (AB)’yi biliyor ve tanıyoruz. AB’ye aday ülkeyiz. Günümüzde her ne kadar kısmen bazı gecikmeler yaşanmış olsa da uyum süreci dolayısıyla aramızda çeşitli fasıllar açıp, görüşmeler yürütüyoruz. Bu nedenle karşılıklı olarak kurduğumuz ilişkiler ve etkileşim dolayısıyla AB’den etkileniyoruz ve bizler de AB’yi etkiliyoruz. ABD’nin kendisi de adı üzerinde bir devletler birliğidir. Buradaki her eyalet iç işlerinde serbest ayrı ve özerk bir devlettir. ABD bu eyaletlerin birleşmesiyle meydana gelmiş bir birliktir. Amerika Kıtasında ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika devletleri kendi aralarında bir sözleşme imzalayarak Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (İngilizce: North American Free Trade Agreement) NAFTA anlaşmasını yürürlüğe koymuşlar ve üye devletler arasında serbest ticaret bölgesi oluşturmuşlardır. Yine aynı şekilde Afrika kıtasında yer alan Afrika ülkeleri de tek çatı altında toplanarak Afrika Birliği Örgütünü kurmuşlardır. Bölgesel nitelikli, Arap Birliği, Şanghay Beşlisi ve Türkiye’nin de üyesi olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı gibi daha başka pek çok bölgede devlet birlikleri ve uluslararası örgüler de mevcuttur. Fransa’da yayımlanmakta olan ünlü Le Monde Gazetesinde 31 Aralık 2021 günü yayımlanan bir makaleden öğrendiğimize göre; bunlara son olarak dünyanın en kapsamlı “bölgesel iktisadi ortaklık” anlaşması olan Regional Comprehensive Economic Partnership (RCEP) anlaşması eklenmiştir. Uzak Asya’da, Avustralya, Kamboçya, Brunei, Çin, Endonezya, Japonya, Güney Kore, Laos, Malezya, Myanmar, Yeni Zelanda, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam gibi 15 ülkenin bir araya gelerek oluşturdukları bu ekonomik işbirliği örgütlenmesi yakın bir gelecekte tüm dünya dengelerini değiştirecek bir oluşum olarak değerlendirilmektedir. Bu örgütlenmenin hayata geçmesiyle birlikte, belki de dünyadaki tüm uluslararası güç dengeleri değişecek ve büyük bir olasılıkla dünyada üç kutuplu bir uluslararası güçler dengesi oluşacaktır.
Türkiye’de, çok küçük bir azınlık dışında gazete ve televizyonların ve öteki elektronik medya kuruluşlarının tarihsel derecede önemli böylesi bir oluşuma hiç ilgi duymamış bulunmaları ve konuyu gündeme taşımamış olmaları oldukça manidardır. Çin, Japonya ve Güney Kore gibi üç büyük devleti ilk kez bir araya getiren böyle bir örgütlenme ile Uzak Asya’da 2,2 milyarlık nüfus ve 26,2 trilyon dolarlık hasıla ile dev bir pazar oluşturulmuştur. Bu rakamlar hem dünya nüfusunun hem de küresel hasılanın üçte birine karşılık gelmektedir. Bu yeni oluşumu değerlendiren kimi uzmanlar, adı geçen ekonomik işbirliği anlaşmasından en çok Çin’in kazançlı çıkacağını, üye ülkelerin tümünün milli gelirlerinde artışlar olacağını, buna karşılık Uzak Asya’da bu örgütlenmeye katılmayan Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler ile bölge ülkesi olmayan Türkiye gibi ülkelerin dış ticaretlerinin bundan zarar göreceğini belirtmektedirler. Görüldüğü gibi “bölgesel iktisadi ortaklık” (RCEP) örgütlenmesi, ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan Türkiye’yi olumsuz yönde etkileyecek nitelikte bir oluşum olarak değerlendirilmektedir. Böyle bir oluşuma gözlerimizi kapayıp, kulaklarımızı tıkayamayız. Türkiye’de iç sorunlarımızı çözmek için kafa yormanın yanında; yakın bir gelecekte dünya üzerinde çok etkili olacak, adını sıklıkla duymaya başlayacağımız ve etkileriyle karşı karşıya kalacağımız bu örgütlenmeyi daha yakından tanımak ve olası sakıncalarını ortadan kaldırmak için hemen bugünden çalışmalara başlanmasında çok büyük yararlar vardır. Yoksa yine dünyadaki çok köklü böylesi bir değişime hazırlıksız yakalanmamız söz konusu olacaktır. Bunun sonucunda da geçmişteki pek çok benzer olayda olduğu gibi, tarihsel derecede önemli bu dönüşümü ıskalamanın sakıncalarını ortadan kaldırmak amacıyla uzun yıllar boyunca çalışıp çabalamamız, uğraşıp didinmemiz gerekecektir.
Celal TEZEL
Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi