FLAŞ HABER:

Osman HOMURLU Yazdı: ANILARDA DÜZİÇİ Köy Enstitüsü ve Tarsuslu Öğretmen İbrahim AYDIN

ANILARDA DÜZİÇİ Köy Enstitüsü ve Tarsuslu Öğretmen İbrahim AYDIN

       ANILAR

İbrahim AYDIN, 1931 yılında Tarsus’un Göçük Köyünde doğdu. Köyün en fakir ailesine mensuptu. Annesi Gülek Kasabası’ndandı. Babası Göçük Köyü’ndendi. Analığı vardı. Öküzlere ve küçük kardeşlerine o bakardı. İlkokul’u Göçük Köyü’nde okudu. Çalışkanlığıyla göze batan bir öğrenciydi. Zayıf yapılı, sessiz, fazla konuşkan olmayan bir yapısı vardı. İlkokul 3. ve 5. sınıfta olan öğrencilerin yapamadığı problemleri çok rahat çözerdi.

1944 yılında İlkokulu bitirdi. İçinde büyük bir okuma isteği vardı. Göçük Köyü’nden birçok öğrencinin okuduğu Osmaniye’ye bağlı Düziçi Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırmak istiyordu. İlkokulu bitirince babasına okumak istediğini söyledi. Babası fakir olduğundan onu engellemeye çalıştı. Öküze, kardeşlerine kim bakacak dedi. İbrahim diretti, okuyacağını söyledi. Bunun üzerine babası kabul etmiş göründü. Bir gün sabah erkenden, babasıyla 6 havayi buğdayı kısrağa yüklediler. Tarsus Buğday Pazarı’na getirdiler. Buğdayı kilosu 1-1,5 kuruştan sattılar. İbrahim, bu para ile Düziçi Köy Enstitüsüne gidecekti. Babası Tarsus Berdan Palas’ı işleten Göçük Köyü’nün eşrafından Mahmut Efendi’nin Oteline onu götürdü. Daha önce Mahmut Efendi ile konuşmuş, bu çocuğu okumaktan vazgeçir diye rica etmişti. Babası “Sen burada kal ben geleceğim” diyerek gitti.

       Mahmut Efendi İbrahim’e; “Oğlum İbrahim, baban okumanı istemiyor, benden seni caydırmam için konuşmamı istedi. Ancak sen ona bakma okula git, kendini kurtar” dedi.

İbrahim, babasına okula gideceğini, ısrarlı olduğunu söyledi. O gece Şadırvanlı Han’da gecelediler. Sabahleyin cebinde 6 mecidiye ve tahta bir bavulla istasyona gittiler. Babası trenle onu okula gönderecekti. İstasyonda karşılaştıkları bir gezici öğretmene Tarsus’tan İbrahim dâhil 10 öğrenciyi Düziçi Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırmak için teslim ettiler. Gezici öğretmenle öğrenciler trenle Haruniye İstasyonu’na indiler. İstasyondan kamyonla Düziçi Köy Enstitüsü’ne geldiler.

Köy Enstitüleri’ne sınavsız giriliyordu. Ancak okulun sizi kabul etmesi gerekiyordu. Köy Enstitüleri, fakir köylü çocuklarını tercih ediyordu. O tarihte, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL, İlköğretim Genel Müdürü ise İsmail Hakkı Tonguç’ tu. Düziçi Köy Enstitüsü binası çok görkemli, büyük bir binaydı. Almanlar’dan kalma, ahşap, üç katlıydı. Muhtemelen bu bina Almanlar tarafından Bağdat Demiryolu inşaatı sırasında yapılmıştı. Eğitim Başı Ali DEMİRAL, Tarsus’tan gelen öğrencileri karşıladı. Okul Müdürü Ahmet Lütfi DAĞLAR’ın makamına çıktılar.

İbrahim; “ Ben okumaya geldim “ dedi. Çok zayıf bir çocuktu.

Okul Müdürü ona; “ Nereden geliyorsun.?” dedi. Tarsus Göçük Köyü’nden olduğunu söyledi.

Müdür; “Ağzını aç” dedi. Boğazına baktı.

“Senin bademciklerinde sorun var, sen bu yıl köyüne dön, gelecek sene gel, seni okula kaydedeceğim” dedi.

İbrahim, Müdüre; “Ben okumaya geldim, ölürüm de gitmem” dedi. Müdür, zile bastı Ali DEMİRAL adlı eğitim başı geldi.

Müdür; “Bu çocuğu kaydedin” dedi. Ona da dönerek, “Oğlum, Ekim ayında bana gel, seni Adana’ya göndereceğim, bademciklerinden ameliyat ettireceğim” dedi.

Küçük İbrahim isteğini gerçekleştirmişti. Çok mutluydu. Ancak okulda öğrenci olmak o kadar kolay değildi. Onunla birlikte Tarsus’tan gelen diğer dokuz çocuk okulun şartlarına intibak edemediler ve kaçtılar. Sınıflar 60 kişiden oluşuyordu. Öğleden sonra sanat kollarına yardım ettiriyorlardı. Sürekli çalıştırıyorlardı. İnşaat ekibine kum, taş, demirci iş koluna kömür çekiyorlardı. İbrahim zorlanıyordu. Bademcik rahatsızlığı nüksetmişti. Doğru Okul Müdürü’ne çıktı.

İbrahim; “Müdür bey, ben rahatsızlandım, bademciklerim için siz gel demiştiniz” dedi. Müdür, ağzını açtırıp boğazına baktı ve,“Bademciklerin iltihaplanmış “ dedi. Hemen Eğitim Başı’nı çağırdı: “Bu çocuğu bademcik ameliyatı için Adana’ya gönderelim” dedi.

Adana’ya gönderdiler. Orada ameliyat oldu. 3-4 gün hastanede yattı. Doktor bir kaç gün bir şey yememesi gerektiğini söyledi. Bir gün çok acıktı. Bir simit yedi. Doktor bu durumu öğrenerek, “Ben sana bir şey yemeyeceksin demedim mi ?” dedi. O da “Çok acıkmıştım yedim” dedi. Ona, 7 gün rapor vererek taburcu ettiler. Okula 30 Eylül 1944 günü gelmişti. Yediği ilk yemek nohut yemeği idi. Çok lezzetliydi. Sığır etiyle yapılmıştı. O yemeğin lezzetini hayatı boyunca hiç unutamadı.

Düziçi Köy Enstitüsü hoparlöründen yayın yapılırdı. Ajans saatlerinde haberler yayınlanırdı, öğrenciler dinlerdi. Köy Enstitüsü’nün orta kısmı 3 yıl, lise kısmı 2 yıldı. Ortaokul’da, öğleye kadar Kültür Dersleri görürlerdi. Öğleden sonra ise çeşitli zanaat kollarına yardımcı olurlardı. İnşaat, demirci, marangoz, tarım kollarının yardımcılığını yapıyorlardı. Daha çok iş kollarının gereksinim duyduğu malzemeleri taşıyorlardı. Onlara yardımcı oluyorlardı. Öğrenciler Lise 1. sınıfta ise bir zanaata ayrılıyordu. Onu, zayıf olduğundan Marangozluk zanaatına ayırdılar. Ayrıldığınız iş koluna yarım gün devam edilirdi. O, çok fazla bir şey öğrenmedi. Ancak rende, gönye öğrettiler. Okulda sosyal faaliyet fevkalade idi. Sürekli müsamere yapılırdı. Her sınıf her ay bir müsamere yapardı. Müsamerede mutlaka bir tiyatro eseri sahnelenir. Sınıfın öğrencileri marifetlerini ortaya koyardı. Öğrenciler şiir okur, fıkra anlatır, monolog yapar, komedi gösterisi sunardı. Okul, öğrencilerine tiyatro konusunda eğitim veriyordu.

İbrahim’in sınıf öğretmeni Maraşlı Kemal ÖZER  “Müsamere sırası bizde, herkes ne marifeti varsa döksün” dedi. Onun sınıfı bir piyes hazırlığına başladı. Her öğrenci de kişisel marifetlerini göstermek için hazırlanıyordu. Onun bir marifeti yoktu. Babasından duyduğu bir halk deyişini anımsıyordu. Bu deyiş “iki keklik bir derede kışladı” şeklinde başlıyor, “Failatun, failatun, failat, yer bulamazsan gel bizim samanlıkta yat” şeklinde bitiyordu. Bu deyişi monolog olarak yazdı, öğretmenine verdi. Öğretmeni monologu okudu ve çok beğendi. İbrahim’ e “Müsamerede bunu oku” dedi.

Müsamere günü tüm Okul öğretmenleri ve öğrenciler müsamere salonunda toplandı. Sıra ile öğrenciler sahneye çıkarak marifetlerini sergiliyorlardı. Sıra Ona geldi. Ters çeket giydirmişlerdi. O, sahneye çıkıp da, tüm okul öğretmenlerinin sahnenin önüne sıralandıklarını, koca salonu da öğrencilerin doldurmuş olduklarını görünce, baş aşağı döndüğünü hissetti. Şok geçirmişti. Bir müddet kendine gelemedi. Çünkü çok çekingen ve fazla konuşkan olmayan bir yapısı vardı. Fakat çabuk toparlandı. Hazırladığı bu monologu okumaya başladı. Çok güzel okumuştu. Halk deyişi de çok beğenildi. Bu müsamereden sonraki bir Türkçe dersinde öğretmeni, Müdürün de eşi olan Ayşe TOKER Hanım onu sözlüye kaldırdı. Öğretmenine “Hoca Hanım ben kalkmaya utanıyorum” dedi. O da “Müsamerede o kadar öğretmenin, öğrencinin karşısında utanmadın da, şimdi mi utanıyorsun” dedi. Monologu çok güzel okuduğunu, çok beğendiğini söyledi. Müsamerede okuduğu monologun sonunda bulunan “Failatun, failatun, failat, yer bulamazsan gel bizim samanlıkta yat” sözünün aruz vezni ile ilgili olduğunu bilmiyordu. Edebiyat Öğretmenine “İbrahim AYDIN müsamerede sizinle dalga geçti” demişler. Ders notunun kırıldığını gözlemledi. Bir gün sabah öğretmenin evine gitti. Kapıyı çaldı. Öğretmenin eşi açtı. Onu “Gel evladım” diyerek içeriye aldı. Öğretmen muhtemelen yatıyordu. O, durumu anlattı; “Hocam beni yanlış anladı. Ben monologda geçen sözlerin aruz vezni ile ilgisini dahi bilmiyorum. Öğretmenim notumu kırdı” dedi. O da “Öyle şey olur mu? Ben konuşurum, düzelttiririm” dedi. Sonra durum düzeldi.

Yaz aylarında inşaat, demircilik ve marangozluk iş kollarından ekip oluşturulur, bu ekip önceden belirlenen okulu olmayan köylere giderek üç ay içinde okul yaparlardı. Bina eksikliğini bu yöntemle çözmek için bir seferberlik vardı. Düziçi Köy Enstitüsü müzik ve folklor faaliyetlerine çok önem veriyordu. Öğrenciler mutlaka bir müzik aleti çalmak zorundaydı. Bu daha çok mandolindi. Ancak keman, akardiyon, piyano da çalınıyordu. Tüm öğrenciler folklor çalışıyordu. Okulu bitirenler çeşitli folklor oyunlarını öğreniyordu ve oynuyorlardı.

Düziçi Köy Enstitüsü’nde spor faaliyetleri de yaygın olarak sürdürülürdü. Özellikle Güreş Sporuna önem veriliyor ve teşvik ediliyordu. Düziçi Köy Enstitüsü’nün öğrencileri her bayramda Kent’te ses getiriyorlardı. Düziçi Köy Enstitüsü’nü halk büyük bir sevgi ile alkışlıyordu.

Türkiye’nin değişik yerlerinde Köy Enstitüleri açılmıştı. Bunlardan en önemlisi Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ydü. Bu Okul Köy Enstitülerinin Yüksek Okuluydu. İki yıl okunur. Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirirdi. Orta kısmı da vardı. Burayı bitirenlerden 2 yıl Sağlık Okulu okunarak Sağlıkçı olarak köylere atama yapılırdı. Yüksek Okul başka yerde yoktu.

1945 veya 1946 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL Düziçi Köy Enstitüsü Okulunu ziyaret ettiler. Okula genç Edebiyat Öğretmeni Necmettin KARAGÜLLE Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden mezun olarak geldi. İbrahim’in de edebiyat öğretmeni oldu. Daha sonraları Necmettin KARAGÜLLE Tarsus Lisesi’nde de Müdür olarak çalıştı. Düziçi Köy Enstitüsü’nde her Cumartesi günü Bayrak Töreni yapılırdı. İbrahim sınıfta iken, bir gün bayrağın parçalanarak yola atıldığını öğrendiler. Büyük tepki doğdu. Artık öğrenciler olarak bayrak nöbeti tutmaya başladılar. Bir müddet sonra yine bir bayrağın parçalanarak okul yakınına atıldığı görüldü. Bu işi matematik öğretmeni Hasan Hüseyin ÇUKUR’un üzerine yıktılar. Öğretmen iki ay kadar tutuklu kaldı. Yapılan planlı bir iftira idi. Yapanlar yakın köyün ağalarıydı. Ağaların verimli bin dönüm kadar toprağı ellerinden alınarak okul arazisine katılmıştı. Ağalar, Okul kapatılırsa arazilerini tekrar elde etmek düşüncesiyle plan yapmışlardı. Gerçekten okula verilen ağaların arazilerinden çoğu yakın köyden olan Hacı Ağa isimli ağadan alınmıştı. Bayrak olayından sonra İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ geldi. Öğrencileri ve öğretmenleri topladı. TONGUÇ; “Bunu bulacaksınız, yoksa hepinizi okuldan atarım” diye sıkıştırdı. Köy Enstitüleri yurdun en yobaz, en gerici bölgelerine yapılmıştı. Cumhuriyetçi yönetimler, aydınlanmayı en gerici yerleşim yerlerinde eğitimle başlatmayı düşünmüşlerdi. Düziçi halkı da gerici toplumlardan bir kesimdi. Yobaz Köy Ağalarının menfaatlerinin acısı öğretmenden çıkarılıyordu.

 

1949 yılı Temmuz-Ağustos aylarında bitirme sınavları başladı. Sorular Milli Eğitim Bakanlığı’ndan geliyordu. Son sınıfta bulunan 135 kişiden 35’i doğrudan mezun oldu. İbrahim de mezun olanların arasındaydı. Düziçi Köy Enstitüsü’nü iyi derece ile bitirmişti. 29 Eylül 1949 tarihinde diplomasını almıştı.

 

İbrahim’den önce Düziçi Köy Enstitüsü’ne giren Tarsuslu birçok öğrenci vardı. Alibeyli Köyü’nden Bahattin ÇOPUR, Göçük Köyü’nden Kazım ATEŞ, Abdullah TUFAN, Emin COŞKUN, İsmet PINAR, Hamza BÜLBÜL ve Yusuf YILDIRIM Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirdiler. Hacı Hamzalı Köyü’nden İsmet ERSÖZ, Dörtler’den Mehmet YALÇIN, Muhat’tan Ahmet ÖZ, Manaz’dan Ethem YILDIZ, kız öğrencilerden Alibeyli Köyü’nden Hayat HANIM ve Fatma KARATAYLI Düziçi’nden mezun oldular. Düziçi Köy Enstitüsünden Tarsuslu 42 mezun vardı.

Dikkati çeken, Köy Enstitülü öğrencilerin tümü Tarsus’un dağ köylerinden çok fakir ailelerin çocuklarıydı. Tarsus’un ova köylüleri, dağ köylerine nispeten zengin ve toprak sahibi olduklarından, ova köylerinden öğrenciler bu okula gitmez, kendi işlerinde çalışırlar, yaşadıkları yerdeki devlet okullarına giderlerdi. Muhtemelen okul da, fakir öğrencileri aldığından Tarsus’un ova köylerinden Düziçi Köy Enstitüsü’nde öğrenci yoktu.

Düziçi Köy Enstitüsü’nden mezun olanlardan biri de Mersin Arslan Köy’den Süleyman ŞİMŞEK’tir. Kendisi iki dönem İçel (Mersin’in eski adı) Milletvekili olarak görev yaptı.

Tarsus Göçük Köyünden Abdullah TUFAN ise önce CHP’den, daha sonra ise MSP’den Milletvekili Adayı oldu, ancak seçimi kazanamadı.

Düziçi Köy Enstitüsü’nde kız öğrenci sayısı 1/ 3 seviyesinde idi. Yatakhaneleri, banyo yerleri ayrıydı. Köy Enstitülerini karalamak için ve kapattırmak için çok çalıştılar. Kız ve Erkek öğrencilerin birlikte okumalarını çekemediler. Asılsız dedikodular ve iftiralar yaptılar…

Bir öğrenci mezun olmadan iki yıl önce hangi köy okuluna tayin edileceğini bilirdi. Mezunlara atandığında köyde ne yapacağı, köylüye karşı nasıl davranacağı, çocuklarını okula göndermeyen velilerle ilişkilerin nasıl olacağı öğretilirdi. Öğrenciler, mezun olmadan atanacağı köyün ekonomik durumunu, sosyal ve kültürel yapısını, insanlarını önceden tahkik eder öğrenirdi. Gittiklerinde köy hakkında geniş bilgileri olurdu. Eğitim ve Öğretimde Aydınlanma bilinçli süreçle ilerliyordu.

İbrahim Aydın’ın ilk köyü ise Tarsus’un köyü Hamamkulpu olarak belirlenmişti. O, köy hakkında geniş malumat sahibi olmuştu. Hatta Köye de gidip tahkikat dahi yapmıştı. Ancak tayini Tarsus Kanber Hüyüğü Köyü’ne çıktı. Bu Köy’de 7 yıl görev yaptı. Başöğretmen olarak çalıştı. Maaşı 74.40 liraydı. 10 lira da Müdür ödeneği alıyordu.

Daha sonraları Tarsus’ta görev aldığında, bir kitapevi ve yayınevi kurdu. İki adet kitap yazdı. Bunlardan Anahtar isimli kitap, ilkokulu bitirme sınavlarında yardımcı kitaptı. Kilit isimli kitabı ise, ortaokullara devlet yatılı sınavlarında yardımcı kitaptı. Anahtar 1969 da, Kilit ise 1970-1971’de yayınlandı. Her ikisi de Türkiye genelinde sattı. 8-9 baskı yaptı. İlk baskısında Anahtar kitabı Adana Kemal Matbaasında 15.000 adet basılmıştı. Tüm Türkiye’de bulunan 7000 okula kitaplarından birer tane gönderdi. Türkiye’nin her tarafından siparişler aldı. İstanbul’da bir matbaanın “Birlikte çalışalım. Tarsus’ta bir matbaa kuralım. Kitaplarını basalım” teklifini kabul etmedi. Ancak daha sonra pişman oldu…

 

1970 yılında başlayıp, 1972 yılında bitirdiği “Beşik Kertmesi” romanı yayınlandı. Kitabın kapak resmini köylüsü olan, Tarsus Göçük Köyü’nden Ressam Hattat Etem ÇALIŞKAN yaptı. 5000 adet basıldı. Yerel olarak halka ve okullara satıldı. Çok beğenildi. Son yıllarda yakın zamanda, Beşik Kertmesi romanı Tarsus Aratos Yayınları tarafından yeniden basıldı.

 

İftira isimli bir öykü kitabı vardır. 1977 yılında basıldı. Dört baskı yaptı. Her seferinde 1000 adet basıldı. Köyde başından geçen gerçek bir olayı anlatmıştı. Piyes olarak da senaryosunu yazdı. Hacı Hamzalı Köyü’nde oynandı. Kitap, yerel olarak halka ve okullara satıldı.

Tarsus’ ta görev yaparken TÖS Öğretmen Örgütü 1954’den sonra kuruldu. Tarsus Şubesi’nin aktif üyesiydi. Köy Enstitüleri kapatılınca oradan yetişenler bu örgütü kurdular. Köy Enstitüleri kuruluş günlerinde sürekli törenler yapılır, Köy Enstitüleri’nin kuruluş günü olan 17 Nisan’da Anma Günleri tertiplenirdi. Tarsus Şubesi eski Hal binasında Öğretmenler Derneği yerindeydi. Daha sonra Milliyetçi Öğretmenler Derneği kuruldu. Yeri Tarsus Halk Evi yanındaydı. Demokrat Parti İktidarı sırasında Hükümeti protesto etmek için TÖS üyesi Tarsuslu Öğretmenler Ankara’ya gittiler. Orada yürüyüşe katıldılar…

Köy Enstitüleri 1939’da kurulmaya başlandı. 1952- 1953 yıllarında Demokrat Parti döneminde kapatıldı. Kapatıldığında Köy Enstitüleri’ne karşı olan Hasan Şemsettin SİYEŞ Milli Eğitim Bakanıydı!

Köy Enstitülerini bitiren öğretmenlere köylere döndüklerinde 20 dönüm örnek çiftçilik yapsınlar, köylülere modern tarımı öğretsinler diye veriliyordu. Bu da Köy Ağalarını rahatsız etti. Köye dönen öğretmenin itibarı ağanın itibarını gölgelemişti. Fakir ve gariban köylü ailesinin bir ferdi olan öğretmenler, ağalardan daha rağbet ve itibar görüyorlardı. Bunu ağaların kabullenmesi çok zordu. Köy Enstitülerini kapattırmak için dönemin hükümeti ile yandaşları ülke çapında gayret gösterdiler ve başarılı da oldular. Köy çocuklarının okuması, bilinçlenmesi, köyün kalkınması ağaların işine gelmezdi. “Kızlar erkeklerle beraber oluyor, ahlak kalmadı, komünistlik öğretiliyor” gibi aslı astarı olmayan iftiralar ve ağır ithamlar atıldı. Cumhuriyetin en önemli aydınlanma kurumu olan Köy Enstitüleri Amerika’nın isteği, işbirlikçi ağalar ve gerici Demokrat Parti İktidarınca kapatıldı…

Cumhuriyet’in Aydınlanma Neferlerinden İbrahim AYDIN Ağabeyi;

Sevgi, Saygı ve Rahmetle Anıyorum. Ruhu Şad Olsun.

 

Kaynak: Osman HOMURLU’nun İbrahim AYDIN ile Yaptığı Sözlü Tarih Çalışması.

Osman HOMURLU

Emekli Cumhuriyet Savcısı

TARSADER Başkanı