Türkiye’de Yeni İl’ler Nasıl Kurulur?
Ülkemizde yine, bazı etkili mahfillerde ve kimi siyasi çevrelerde; adı konulmamış ve kesin tarihi henüz belirlenmemiş bir baskın seçimin yapılacağı iddiaları, ciddi ve yüksek olasılıklı bir seçenek olarak, yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Yapılan bu tartışmalarda seçim tarihi olarak çoğunlukla, 2023 yılı Mayıs ayının ikinci veya üçüncü haftasına dikkat çekiliyor. Hemen hemen her gün, izlediğimiz çoğu televizyon programlarında ve okuduğumuz bazı ulusal gazetelerde; çeşitli uzmanlar tarafından yapılan bazı seçim anketi analizlerine ve olası seçim sonuçlarına ilişkin istatistiki değerlendirmelere rastlıyoruz. Tabii, yapılan bu çeşit yayınlar, tartışmalar ve açıklamalar, yaklaşmakta olan bir baskın seçimin işaret fişekleri ve ayak sesleri olarak yorumlanıyor. Ve öyle de anlaşılıyor.
Bu çeşit girişim, etkinlik ve çabaların artması, özellikle siyasiler tarafından ülkemizde bilerek ya da bilmeyerek bir erken seçim havasının estirilmeye başlandığını açıkça gösteriyor. İşinde gücünde, günlük ekmeğinin ve çoluk çocuğunun nafakasının peşinde ve sadece geçim kaygısı içinde olan çeşitli toplum kesimlerimiz ve halk yığınlarımız doğrudan doğruya bu işin farkında ve içinde olmasalar bile, başta iktidar partisi olmak üzere, seçime girmeye hak kazanmış olan tüm siyasal partilerimiz ve bu partilerde siyaset yaparak ikbal ve istikbal arayan siyasetçilerimiz, ister istemez bu seçim havasından etkilenmeye başladılar. Tabii bizim ülkemizde seçim demek, hesapsız kitapsız harcamaların bol keseden yapıldığı, olacak veya olamayacak, olağanüstü parlak vaatlerin havada uçuştuğu seçim ekonomisi demektir. O kadar ki, uzun yıllar boyunca her seçimde aynıları tekrar edile edile artık bu seçim harcama ve vaatlerinin pek çoğu klasik hale gelmiş ve kamuoyunca kanıksanmıştır. Bunların neredeyse herkes tarafından en çok bilinenleri; tarım ürünleri taban fiyatlarının yüksek açıklanması, işçi, memur ve emekli gibi sabit gelirlerinin maaşlarına yüklü zamlar yapılması, işsizliğe son verecek sihirli istihdam projelerinin bir müjde gibi ilan edilmesi, erken emeklilik mekanizmalarının devreye sokulması, esnaf ve sanatkarları mutlu edebilmek için piyasaya bol ve ucuz para pompalanması, mali aflarla, SGK primlerinin ertelenmesiyle, KYK borçlarının silinmesiyle ve düşük faizli ve uzun vadeli krediler açılmasıyla ülkede adeta bir suni ve sahte cennet yaratılması gibi sansasyonel uygulama ve vaatlerdir.
12 Eylül 1980’den sonra, özellikle de ANAP iktidarları döneminde; bu bilinen klasik seçim vaatlerine bir de belli bir büyüklüğe eriştikleri için il olma heves ve beklentisine girmiş olan ilçeleri “il yapma vaadi” eklenmiştir. Siz, adına ister seçim rüşveti ister seçim şantajı deyin; Özal, 80’lerin ikinci yarısında yapılan genel seçimler nedeniyle çıktığı kimi seçim gezilerinde uğradığı bazı ilçelerde; kendi partisine oy verdikleri takdirde o ilçeleri il yapacağına dair seçim vaatlerinde bulunmuştur. Çok ilginçtir, demokratik bulursunuz ya da bulmazsınız, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, çeşitli yönleriyle eleştirebilir, kabul edilemez veya uçuk bulabilirsiniz ama, kesin olan bir gerçek vardır ki, bizim ülkemizde; yapılan bu “il yapma vaadi” çeşitli ilçelerimizde hüsnükabul görmüş ve çok büyük oranda oya dönüşmüştür. Bu nedenledir ki, ANAP döneminin Başbakanı, liberal ve pragmatist bir lider olarak siyasi tarihimize geçmiş olan Turgut Özal, seçimlerde büyük oranda oy aldığı bu ilçelere verdiği sözünü tutarak 1989 yılında çıkardığı bir yasayla Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale, Batman ve Şırnak gibi ilçelerin il olmasını sağlamıştır. Böylelikle ilçelerin il olması sürecini başlatmıştır. Bu il olma furyasında, seçim rüşvetlerine tenezzül etmeyen ve seçim şantajlarına boyun eğmeyerek “Ben zengini severim” diyen Özal’a oy vermeyen Tarsus ve İskenderun gibi eğitim düzeyi yüksek ve demokrat eğilimli ilçeler; il olma ölçütlerine sahip olmalarına rağmen adeta cezalandırılarak il yapılmamışlardır.
Daha sonraki yıllarda, yine çeşitli siyasi çıkar ve oy hesaplarıyla DYP-SHP Hükümetleri döneminde Süleyman Demirel, Iğdır ve Ardahan’ın; Tansu Çiller, Yalova, Karabük ve Kilis’in; RP-DYP hükümeti döneminde Necmettin Erbakan, Osmaniye’nin ve ANASOL-M Hükümeti döneminde ise Bülent Ecevit, Düzce’nin il yapılmasını sağlamışlardır. Türkiye’nin bugünkü, 81 ili ve bu illerin plaka numaraları, burada sırasıyla isimlerini saydığımız Başbakanlar ve siyasal iktidarlar tarafından belirlenmiştir. Bu kısa açıklamalarımız da açıkça göstermektedir ki, Türkiye’nin 1957 yılında 67 olan il sayısı, 32 yıl boyunca hiç değişmeden 1989 yılına kadar gelebilmiş ve 1989 yılından sonra ise siyasal anlayışların değişerek oy hesaplarına ve siyasi pragmaya odaklanması nedeniyle, mevcut olan bu illere 14 ilçe daha eklenerek ülkemizdeki il sayısı bu şekilde 81’e yükseltilmiştir.
Şimdi geldiğimiz noktada ise, tam da erken yapılacak bir seçimin hazırlıkları yapılırken, mevcut siyasal iktidarın oy oranını arttırabileceği düşüncesiyle olsa gerek il sayılarını arttıran bir yasa hazırlığı içinde olduğu haberleri duyulmaya başlanmıştır. Bu haberler, il olmak isteyen ilçelerin heveslerini ve iştahlarını kabartmıştır. Bazı ilçelerin ise, bu listeye girebilmek için lansman gibi, billboardların il olma talebi içeren afişlerle donatılması gibi pahalı PR (Halkla İlişkiler) ve tanıtım etkinlikleri düzenlendiği görülmektedir. Ancak bilinmelidir ki, bu tip çabalar, hedefe ulaşma garantisi olmayan, içi boş ve nafile çabalardır. Çünkü ülkemizde iller, ancak ve sadece yasa ile kurulabilmektedir. Bu konudaki ilgili mevzuat kısaca şu şekilde düzenlenmiştir.
Bilindiği gibi, halen yürürlükte olan 1982 Anayasanın ‘İdarenin Bütünlüğü ve Kamu Tüzel Kişiliği’ başlıklı 123. maddesinde; “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.” Denilmektedir. Yine “Merkezi İdare” başlıklı 126. Maddesinde ise; “Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayrılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır. Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Hükmü mevcuttur.
Anayasanın söz konusu bu hükmüne dayanılarak çıkartılan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 1. maddesinde ise; yine Anayasanın yukarıda belirtilen 126. Maddesine aynen atıf yapıldıktan sonra 2. maddesinde, il, ilçe ve bucak kurulması, kaldırılması, adlarının, bağlılıklarının, merkez ve sınırlarının belirtilmesi ve değiştirilmesi aşağıda gösterilen kurallara bağlanmıştır; (a) İl ve ilçe kurulması, kaldırılması, merkezlerinin belirtilmesi, adlarının değiştirilmesi, bir ilçenin başka bir İl’e bağlanması kanun ile gerçekleştirilir hükmüne yer verilmiştir. Belirtilen bu hükümler de açık ve kesin olarak göstermektedir ki, Türkiye’de il idarelerinin kurulması yetkisi, kanun koyucu organa, yani TBMM’ye verilmiştir. Bunun dışındaki hiçbir organın il idaresi kurma yetkisi ve gücü yoktur. Türkiye’de il idaresi sistemine ilk olarak Fransız sisteminden adapte edilerek 1864 yılında çıkartılan “İdare-i Vilayet Nizamnamesi” ile geçilmiştir. Bugünkü mülki idare sistemimizin temeli, sonradan bazı ufak tefek değişiklikler yapılmakla birlikte yine bu 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesine dayanmaktadır.
Cumhuriyet döneminde bütün sancaklara vilayet adı verilmiş ve günümüzdeki il, ilçe ve bucak düzenine geçilmiştir. Bu dönemde il sayıları sürekli olarak artmıştır. Ancak, ne yazık ki bu artışlar yapılırken Anayasada belirtilen ilkelere uyulmamıştır. Yeni illerin sınırları çoğunlukla tarihsel, geleneksel oluşumlara ya da siyasal ve güvenlikle ilgili etmenlere göre çizilmiştir. Ne yazık ki, bugüne kadar uygulanan bu yöntem, istenilen başarılı sonuçları verememiş ve il yapılan ilçelerin yeterince gelişmesini sağlayamamıştır. Bu nedenle, geçmişte yapılan bu gibi yanlışlardan gerekli dersler çıkartılmalı ve yerleşim yerlerinin keyfi, kişisel ve özellikle de sadece siyasal kararlarla il yapılmamasına gereken özen gösterilmelidir. Bundan sonra il olabilecek ilçeler saptanırken; il adayı ilçelerin nüfus ve gelişmişlik düzeyleri, etkilediği alanlar, ekonomik potansiyelleri, eğitim, kentleşme, ulaşım olanakları, halkın il olma beklentileri ve bu amacı gerçekleştirme güç ve iradeleri, diğer illerle olan ekonomik, yönetsel ve kültürel ilişkileri gibi birtakım ölçütler göz önünde bulundurulmalıdır.
Ülkemizde ilçeler genellikle, merkezi devlet bütçesinden daha fazla pay alabilmek, çeşitli yatırımları çekebilmek, çalışan işçi ve memur sayısını çoğaltabilmek ve kentin ekonomik ve sosyal refah düzeyini arttırabilmek amacıyla il olma yolunu tercih etmektedirler. Bu amaç başlangıçta, gerekli kamu hizmet binalarının inşaatına başlanması dolayısıyla kısmen gerçekleşmekte ama, kısa süre sonra her şey yine eskisine dönmektedir. Sadece tabelaların değişip, ilçe yerine il yazılmasıyla, kaymakamın gidip yerine valinin gelmesiyle istenen gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyi kendiliğinden gerçekleşememektedir. Bunun için çokça çalışılması, üretim yapılması, ekonomik değer yaratılması, eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesi gerekmektedir. Gazetelerden öğrendiğimize göre, hali hazırda 143 ilçe bu son furyada il olabilmek için gerekli başvurusunu yapmış ve sıraya girmiştir. Geçen zaman içinde bu sayının daha da artması beklenmektedir. Böyle bir durumda, yapılan il olma başvurularının hepsinin aynı anda karşılanmasının mümkün olamayacağı kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Sonuçta kimi ilçeler gülecek, kimi ilçeler ise üzülecek ve büyük hayal kırıklıkları yaşayacaklardır. Sevinen ve üzülen bu ilçelerin hangileri olacağını özellikle de siyasal irade belirleyecektir. Ve sonucu ise, elbette ki zaman bizlere gösterecektir.
Celal TEZEL
Mersin Üniversitesi Emekli Uzman Öğretim Üyesi