FLAŞ HABER:

102. Kuruluş Yıldönümünde TBMM ve Ulusal Egemenlik Kavramı

102. Kuruluş Yıldönümünde TBMM ve Ulusal Egemenlik Kavramı 

Her yıl olduğu gibi bu yıl da yine “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı” büyük bir mutluluk, toplamsal sevinç ve coşkuyla kutluyoruz. Sonsuza değin aynı sevinç ve coşkuyla kutlamaya da devam edeceğiz. Çünkü TBMM’nin kuruluşu anısına kutladığımız ve dünyada çocuklara adanmış ilk ve tek bayram olan bu bayram, öyle âdet yerini bulsun diye geçiştirilecek, sıradan bir gün ve bayram değildir. Bu nedenle, özellikle genç kuşaklarda tarih bilgisi ve bilincinin doğru bir şekilde oluşturulabilmesi için TBMM’nin kuruluş tarihinin, anlam ve öneminin ve bu kutlu olayın özgür yurttaşlar açsından taşıdığı değerin yerli yerinde ve doğru bir biçimde, her vesileyle tekrar tekrar anlatılmasında çok büyük yararlar bulunmaktadır. Tarihsel açıdan işin şurası çok iyi bilinmelidir ki; I. Dünya Savaşından büyük bir yenilgiyle çıkmış olan Osmanlı Devleti için tüm ümitlerin yitirildiği, büyük bir karamsarlık ve belirsizlik atmosferinde, Anadolu bozkırının ortasında 13 Bin nüfuslu küçük bir kasaba olan Ankara’da TBMM’nin kurulması; yalnız dünya parlamentolar tarihi açısından değil, aynı zamanda bütün bir Türk siyasal, yönetsel ve toplumsal yaşamı açısından da çok önemlidir. Olağanüstü bir kırılma ve dönüm noktasıdır. Çünkü 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla birlikte, bizim siyasi tarihimizde 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Jön Türkler hareketiyle başlatılmış olan ve çok uzun yıllar boyunca kesintisiz bir şekilde sürdürülerek uğrunda çok ağır bedeller ödenmiş olan ulus iradesine dayalı Meclisli ve Anayasalı bir düzen kurma mücadelesi başarıyla sonuçlandırılmış olmaktadır.

Bu kutlu olay, gerçek anlamda bir “Ulusal Egemenlik Devrimi”dir. Bilindiği gibi, 1792 yılında imzalanan Yaş Antlaşmasıyla birlikte çöküş ve dağılma sürecine giren Osmanlı Devleti, bu dönemde art arda girdiği Osmanlı-Rus Savaşları, Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşı gibi savaşlarda ağır yenilgilere uğramıştır. Bu savaşlar sonucunda, bütün bir Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’daki topraklarını, Mısır’ı, 12 Adaları ve Doğu’da ise Kafkaslardaki bir kısım topraklarını, Kars ve Erzurum gibi illerini de kaybetmiştir. Kaybedilen toprakların yüzölçümü bugünkü Türkiye’nin yüzölçümünden çok çok fazladır. Ancak, Osmanlı Devleti için asıl yıkım; maceraperest, çapsız, ufuksuz ve öngörüsüz devlet adamlarının bir oldubittisiyle girmek zorunda kaldığı dünyanın ilk emperyalist paylaşım savaşı olan I. Dünya Savaşı’ndan sonra gelmiştir. Savaşın sonlarına doğru, artık savaşma gücünü iyiden iyiye yitiren ve savaştığı cephelerde tutunamayan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Böylelikle yenilgiyi kabul ederek savaştan çekilmiş ve teslim olmuştur. Bu teslimiyetle birlikte Osmanlı Devleti; tarihte o güne kadar hiçbir devletin başına gelmemiş olan hazin bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını yitirmiştir. Sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan, kendisine dayatılacak her koşulu kabul etmeye razı, savunmasız bir ülke haline gelmiştir. Böyle bir çaresizlik ve yılgınlık ortamında; durumun artık kendileri için kaçırılmayacak bir fırsat olduğunu düşünen İtalya, Fransa, İngiltere ve İngiltere’nin himayesindeki Yunanistan gibi emperyalist devletler, ülkenin dört bir yanını işgal etmeye başlamışlardır.

Bu emperyalist işgaller kimi yerlerde; Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş’ta ve 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalinde olduğu gibi insanlık dışı kanlı katliamlara, vahşi tecavüzlere ve bu kanlı kıyımlardan kaynaklanan çok acıklı insanlık dramlarına sahne olmuştur. O kadar ki, gücünü ve otoritesini tamamen yitirmiş olan Osmanlı Devleti, halkının hakkını savunamıyor ve suçsuz insanlarını emperyalistlerin bu zulmüne karşı koruyamıyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Nutuk’unda da belirttiği gibi, başta bulunan Sultan Vahdettin, kendi koltuğundan ve Osmanlı Hanedanının geleceğinden başka hiçbir şey düşünmüyordu. Çağdaş bir devlette, gelişmiş bir uygarlık düzeyinde, Anayasal haklara sahip onurlu, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabilmek için ülkenin içerisine düşürüldüğü bu korkunç durumdan kurtarılmasından başka hiçbir çare görünmüyordu. Bu amaçla asker-sivil aydınlar ve bürokratlar öncülüğünde harekete geçen yurtseverler, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde toplandılar. Ve mazlum milletlerin kurtuluşu için tarihin ilk anti-emperyalist Ulusal Bağımsızlık Savaşını Anadolu’da başlattılar. Kurtuluş ateşini Samsun’da yaktılar. Havza Bildirgesi’ni ve Amasya Tamimi’ni yayınladılar. Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaptılar. Bu kongrelerde Temsil Heyeti Başkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa, halkın verdiği bu temsil yetkisini kullanmaya özel bir özen gösteriyordu. Böylelikle Anadolu’da işgallere karşı yürüttüğü eylemlerine meşruiyet kazandırıyordu. Temsil Heyeti, Sivas Kongresi’nden sonra gerçekleştirdiği telgraf eylemiyle İstanbul Hükümeti’nin Anadolu’yla olan tüm irtibat ve iletişimini kesti. Böylelikle İstanbul Hükümeti’ni dize getirdi. İstanbul Hükümeti temsilcileriyle Amasya’da yaptığı görüşmelerde; Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı için seçimlerin yapılması ve yeni bir hükümet kurulması kararını aldırdı. Bu kararın Ardından yapılan seçimlerde Mustafa Kemal Paşa da Erzurum Milletvekili seçildi.

Mustafa Kemal Paşa, seçimlerden sonra oluşacak olan yeni Meclis’in, emperyalist kuşatma altındaki İstanbul’da rahat çalıştırılmayacağını öngörüyordu. Bu nedenle yeni Meclis’in Bursa’da toplanmasını öneriyordu. Bu önerisi yeni milletvekili seçilerek İstanbul’a gitmiş olan arkadaşlarınca dikkate alınmadı. Ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı, İstanbul’da toplanarak çalışmalarına başladı. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki meclisin emperyalist işgalciler tarafından kapatılacağı tahminini ısrarla dile getiriyor ve bu tahminini İstanbul’daki Milletvekili arkadaşlarına iletiyordu. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 20 Ocak 1920 günü Misak-ı Millî kararlarını aldı. Bunun üzerine harekete geçen işgal kuvvetleri 16 Mart 1920 günü İstanbul’u işgal ettiler. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ını basarak buradaki milletvekillerini adeta yerlerde sürüklediler. Bazı milletvekillerini tartaklayarak tutukladılar. Bunların bir kısmını Malta adasına sürgüne gönderdiler. O sıralarda Galata Postanesinde telgrafçı olarak görev yapmakta olan Manastırlı Hamdi isimli yurtsever bir memur, 16 Mart 1920 günü İstanbul’un işgali sırasında yaşanan bu şiddet olaylarını Ankara’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya telgrafla bildirdi. Bu vahim haber üzerine tıpkı bir Devlet Başkanı gibi harekete geçen Mustafa Kemal Paşa, tüm büyükelçiliklere ve dış devlet başkanlıklarına seslenerek, yapılan işgali protesto eden telgraflar çekti. Yine aynı çerçevede, 17 Mart 1920’de, Ankara’da bir “Meclis-i Müessesan” yani “Kurucu Meclis” açılması düşüncesini kolordu komutanlarıyla paylaştı. Komutanlar, “Kurucu Meclis” yerine “Milli Şura” veya “Milli Meclis” adını önerdiler.

Sonunda, “Olağanüstü Yetkiler Taşıyan Meclis” adı üzerinde anlaşmaya vardılar. Bunun üzerine yine aynı gün, Valiliklere, Kolordulara, Mutasarrıflıklara ve Belediye Başkanlıklarına yine bir telgraf çekerek Millet işlerini idare etmek ve denetlemek üzere Ankara’da olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclisin çalışmaya başlayacağını; bunun için milletvekillerinin seçilerek Ankara’ya gönderilmesi gerektiğini duyurdu. Yapılan seçimler sonucunda seçilen milletvekilleri ve İstanbul’da dağıtılan Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında görevli olup ta Ankara’ya gelebilen bazı milletvekilleri Ankara’da toplandılar. 23 Nisan 1920 günü Ankara Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra harekete geçen heyet, Ulus semtindeki binasında en yaşlı üye Şerif Bey’in başkanlığında çalışmalarına başladı. Ertesi gün Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanlığına seçildi. Çalışmalarında Osmanlı Teşkilat-ı Esasiye Kanununu esas alan Büyük Millet Meclisi, bu kanunun birinci maddesinde yer alan “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Osmanlı Hanedanınındır.” Maddesini kaldırdı. Yerine “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” maddesini kabul etti.

Böylelikle, siyasal iktidarların meşruiyet kaynağını bir hanedanın elinden alarak, siyasal iktidarların meşruiyet kaynağını doğrudan doğruya millete vermiş oldu. Kabul edilen bu kanunla birlikte, iki bin yıllık Türk Tarihinde ilk defa devlet yönetiminde halk egemenliği esasına geçildi. Şüphesiz ki, bütün bir Türk yönetim tarihinde ilk kez gerçekleştirilmiş olan bu olay, tartışmasız biçimde, kesin bir “Ulusal Egemenlik Devrimi”dir. 23 Nisan 1920 günü, adeta bir ateş çemberinde, “Ya İstiklal Ya Ölüm” inanç ve kararlılığıyla çalışmalarına başlayan bu meclis, hiç tatil yapmadan üç yıl boyunca aralıksız olarak çalışmıştır. Kuvayı Milliye Ruhu bu mecliste hayat bulmuş ve şahlanmıştır. Ulusal Bağımsızlık Savaşını zafere ulaştırarak Anadolu Bozkırında emperyalizmi dize getiren meclis, işte bu meclistir. Bu nedenle Gazi unvanını almıştır. Gelmiş geçmiş meclislerimiz içerisinde halk kesimlerini temsil yeteneği en yüksek olan meclisimiz, işte bu I. Meclisimizdir. I. Meclis, kuvvetler birliği esasına göre çalışan, tam demokratik bir meclistir.

İşgalci Yunan Ordularıyla yapılan Kütahya Eskişehir Savaşları sırasında Polatlı yakınlarından atılan top sesleri Ankara’dan duyulurken bile her konuyu sabahlara kadar serbestçe tartışabilmiş, kararlarını tamamen demokratik yöntemlerle almıştır. Dünya parlamentolar tarihinde halkının yaşamına en ince ayrıntısına kadar el koyabilmiş ve halkının kaderi üzerinde bu kadar etkili olabilmiş ikinci bir meclis yoktur. TBMM’nin açılması; 19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmış olan devrimci kadronun, Cumhuriyet Devrimlerinden önce gerçekleştirmiş oldukları en büyük atılım ve köklü dönüşüm olmuştur. Böylelikle, halk egemenliği esasına göre, çağdaş yönetim ilkeleriyle yeniden örgütlenecek olan özgür ve bağımsız yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak olan sürecin önü açılmıştır. Yüzyıllar boyunca çağdışı bir yaşama tutsak edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti halkının çağdaşlaşmasını gerçekleştirecek olan kurumsal yapılar, bu Meclisin açılmasıyla birlikte somut olarak ortaya çıkmıştır. Bu atılım ve adımlar, parlamento tarihimize; Cumhuriyet ilan edilmeden önce atılmış olan en büyük adımlar olarak geçmiştir.

Özetle, halkın kendi içerisinden seçtiği kendi temsilcileri aracılığıyla kendi kendini yönetmesi demek olan “halk egemenliği” kavramının somutlaşmış bir simgesi olan Şanlı Meclisimizin 102. Kuruluş yıldönümü ve bu nedenle kutladığımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

Celal TEZEL

Emekli Üniversite Uzman Öğretim Üyesi